EFT Duygusal Özgürleşme Teknikleri ile gündeminizde olan, sizi iyi hissettirmeyen, enerjinizi düşüren duygulardan arınmak ve yenilenmek hemen, şimdi MÜMKÜN.
Siz de eskinin duygusal yüklerinden arınmak istiyorsanız çalışmamıza mutlaka katılın. Katılmadan önce BURADAN ön kayıt yaptırmayı unutmayın. Bu çalışmaya İstanbul dışından katılmak isteyenler için, Skype üzerinden çalışma yapılmaktadır.
Para kazanmakta zorluk çekiyorsanız ve hayatınıza bolluk bereket akmasını istiyorsanız hipnoz ile para çalışması tam size göre...
- Hangi enerjide olduğunuzu biliyor musunuz? Hayatınızda neden parasal sorunlar yaşadığınızı?
- Farkında olduğunuz ya da olmadığınız, para ile aranızda ki ilişkiyi olumsuz hale getiren algılarınızı, düşünce ve davranış kalıplarınızı, bilinçaltı olumsuz kayıtlarınızı, çekirdek inançlarınızı birkaç saat içinde değiştirmek ve hayatınızı maddi-manevi bolluk bereket içinde yaşamak isterdiniz değil mi?
Katılmak için BURADAN lütfen ön kayıt yaptırın. Bu çalışmaya İstanbul dışından katılmak isteyenler için, Skype üzerinden çalışma yapılmaktadır.
Şifa Kulübü modern hayatın ortaya çıkardığı insani sorunlara doğal enerji sistemleri ve teknikleriyle çözüm bulan bir şifa kulübüdür.
Güç, bilgi, enerji paylaştıkça çoğalan olgulardır. Gelin siz de sorunlarınıza kolay çözümler bulabileceğiniz kulübümüze katılın, hayatınızı özgürleştirin.
Web sitesine BURADAN ulaşabilirsiniz...
Diğer her şey bittiğinde, Seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum...
Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Neyi özlediğini, kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum...
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor. Aşk için, Hayallerin için, Yaşıyor olma serüveni için, bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum...
Ay´ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor.
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum...
Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum...
Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum...
Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum...
Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum. Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum...
Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını; bir gölün kenarında durup gümüş ay´a ´EVET!´ diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum...
Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor. Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum. Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum...
Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum...
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum......
"Oriah Mountain Dreamer"
Her karşılaşma kutsaldır.
Alışveriş yaptığımız market, yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar…
Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan…
Bize gülümseyen küçük bir çocuk, önümüzden aniden uçuveren kuş…
Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile, herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal ya da duygusal bir olayın tetikleyicisi olur...
Küçük ya da büyük…
Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz...
Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi...
Bir martı çığlığı, bir satıcı bağırışı alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara…
Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde...
Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz, eşimiz, çocuğumuz vs...
Her ilişki farklı bir yönümüzün aynasıdır...
Ve bizler de onlar için birer aynayız...
Farkındalığımız yükseldikçe durumları ve ilişkileri yaşarken kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız...
Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız...
Düğmelerimize (bam telimize) en fazla basan insanlar en iyi öğretmenlerimizdir...
O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz...
Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları (o dersi alıncaya eksik yönümüzü tamamlayıncaya kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar tekrar yaşamaya devam ederiz...
Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz...
Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz...
Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz...Özet olarak en büyük düşmanımız, en iyi dostumuzdur aslında...
Çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle...
Ve her karşılaşma kutsaldır...
Karşımızda ki insanın tanrısallığını kabul edip, o şekilde yaklaşırsak, nefreti, öfkeyi, suçluluk duygusunu, o insana karşı sorumlu olduğumuz ve o ilişkiye mahkûm olduğumuz duygusunu ve kini söküp atarız varlığımızdan...
Yaşadığımız her durum tanıştığımız her insan öğretmenimizdir...
Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna, mutluluğa, ideal ilişkimize ve ruhsal eşimize kavuşuruz...
"Alıntı"
Dünyanın bir yerinde, sizin de en iyi yanlarınızı ortaya çıkaracak, birlikteyken kendinizi tamamlanmış hissedeceğiniz, sizi olduğunuz gibi kabul edecek bir Erkek veya Kadın var.
Eğer siz onu aramaya başladıysanız, buluşma vaktiniz gelmiş demektir. Onu şimdi bulmaya ne dersiniz..?
Kimi çiftler "birbirlerinin en iyi yönlerini" ortaya çıkarırlar. Düşük bir olasılık ama belki siz de rastladınız; onları birlikte gördüğünüz her seferinde şeffaf bir sevinçle çevrelenmiş olduklarına ve ışıklı bir hale içinde olduklarına yemin edebilirdiniz. İnsan varlığının fiziksel, duygusal ve mental boyutlarının dışındaki diğer alanlarıyla da ilgilenen "ezoterik" bilim filozoflarına göre onlar ideal eşlerini bulmuş olan çiftler.
Bu çiftlerin birlikteyken, tek başlarına ulaşabileceklerinden çok daha yüksek gelişim düzeylerini yakaladıkları, insan doğasını yakından gözlemleyen ezoterisyenler tarafından iddia ediliyor. Ancak bu çiftler birbirlerinden ayrıldıklarında neredeyse sönükleşiyor ve kuruyorlar.
Onların çoğu kez normal düzeyin altında sürdürülen bir yaşama tahammül ettiklerini görebiliyorsunuz. İnsan varlığının farklı planlarının iletişimi konusunda literatüre geçmiş araştırmaları bulunan, "Aşkın ve Evliliğin Ezoterik Felsefesi" kitabının yazarı Dion Fortune'a göre aslında çiftler iki ayrı varlıklar değiller; tek bir bütünün iki yarısını oluşturuyorlar. Önemli olan diğer yarınızı bulmak. Bunu başarabilmiş olanlarda, iki insanın arasındaki yakın duygudaşlık ve mükemmel bağlantı, birindeki duyguların diğerine yansımasını sağlıyor.
Birinin üzüntüsü her ikisini de acıya boğarken, birinin neşeli olmasından her ikisi de haz duyuyor. Bilinçli ya da bilinçsiz hepimizin içinde ideal eş arayışının olduğunu belirten Dion Fortune, "Aslında genelde her yürekte bu duruma ulaşma umudu saklıdır. Hayal kırıklığıyla sonuçlanmış deneyimleriniz her ne kadar bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bugüne kadar göstermiş olsa da, bu umudun her zaman yeniden doğması, kökleri çok derinde yatan bir güdüden kaynaklandığını gösterir" diyor.
Bu isteğin gerçekleşmesi için neler gerektiğini Dion Fortune şöyle özetliyor: "Başkasıyla tam birleşmenin olabilmesi için benlikten tam anlamıyla vazgeçilmesi gerekir. Bunu yapabilen insan sayısı o kadar az ki, şaşırırsınız." Bu tür bir birliktelik benliğini aynı derecede göz ardı eden iki ruhun bir araya gelmesini gerektiriyor. Ancak ideal eşleşmenin söz konusu olması için, örneğin eşlerden birinin kendini tümüyle vermesi ve diğerinin yalnızca alması yeterli değil. Hatta her ikisinin kendilerini bütünüyle vermeleri de önemsiz.
İdeal eşleşme ancak eşlerden birinin, diğerinin sadece gereksindiğini vermesi durumunda gerçekleşiyor. Tersi durumda her tür özveri yararsız hale geliyor.
İdeal eşinizi bulmak için;
Peki o zaman siz ideal eşinizi nasıl bulacaksınız? Eşinizin, erkeğin ya da kadının sizin için ideal olduğunu nereden bileceksiniz? İnsanın kendi çabalarıyla ideal eşini bulması olanaklı mı, yoksa bu durum öylesine kendiliğinden mi oluşuveriyor?
Aslında sizin de kolayca tahmin edeceğiniz gibi ideal evliliklere nadiren rastlanıyor. Buna karşın evlilik kararını veren herkes, bunun kendisine yeryüzündeki en büyük mutluluğu getireceğine inanıyor. İnsanlar umutlarını bu tek maceraya bağlıyor ve nadiren ruhlarının arzu ettiğini elde ediyorlar. Evliliklerin çoğu, karşılıklı hoşgörüden başka bir şeye dayanmıyor.
Çoğu çift yalnızca toplumun baskısı nedeniyle bir arada olmayı sürdürüyor. Bunlar birbirlerine karşılıklı uyum ilkesinden daha yüce bir bağla bağlanmış değiller. Evliliklerde tutkunun ateşinin, fiziksel güzelliğin çekiciliğinin azalması veya yitirilmesiyle birlikte sönmesinden sonra, çoğu erkek ve kadının bekleyebileceği en iyi şey, geriye iyi bir arkadaşlığın kalması oluyor.
Böylesi arkadaşlık dünyanın en soylu ve güzel birlikteliklerinden olmasına karşın, bu durumu paylaştığınız insan, ideal eşiniz demek değil. Ezoterik bilimlerle uğraşanlar bunun için ideal eşini bulmuş olanları "EŞ RUHLAR" olarak adlandırıyor; bu birliğin evlilikteki sevgiden çok daha büyük boyutlara ulaştığını söylüyorlar.
Bilinçaltı gerçel eşini talep ediyor...
Evlilikteki sevginin yakın ve yaşam boyu süren bağı, karşılıklı binlerce gereksinim, şefkat duyguları, anılar ve arkadaşlıktan doğan duygudaşlık temeline dayanıyor. Oysa eş ruhların birbirlerine duydukları aşk, herhangi bir oluşuma bağlı değil. Bu aşk, tam olgun olarak doğuyor ve diğer tüm bağları aşıyor. Araştırmaları sırasında bu deneyimi yaşamış pek çok insanla tanışmış olan Dion Fortune bu bağı şöyle tanımlıyor: "Bu o denli kuvvetli bir bağ ki, yeni bir oluşum olarak kabul edilemez."
Bu daha çok geçmiş yaşamlarda gelişen bir tutkunun reenkarnasyonudur. Bilinçli zihin her ne kadar bunun farkında olmasa da bilinçaltı bunu anımsar ve eşini talep eder." Peki diyelim ki, birlikte olduğunuz insana aşıksınız, onunla uyum içindesiniz; aranızdaki hiç bir tarz farkının sizin için önemi yok. Her an birbirinizi düşünüyor ve arzuluyorsunuz. Acaba o sizin eş ruhunuz mu? Değilse aradaki farkı nasıl anlayacaksınız?
Dion Fortune, çoğu kez sıradan tutku ya da ani duygusal çekiciliklerin, kolayca abartılarak olduğundan daha yüksek bir düzeydeymiş gibi algılanabildiğini söylüyor. Ruhsal evrimin alt süreçlerinde olan bireyler, ani ve denetlenemez tutkulara fazla eğilimli oluyorlar. Herhangi biriyle sürekli ve uyumlu bir beraberlik sürdüremeyecek kadar benmerkezci, kendi sınırlamaları ve tensel zevklerine bağımlı olan bu insanların eş ruhlarını bulma yolunda katedecekleri çok fazla aşama var.
Eğer onlardan biriyle birlikteyseniz ve ideal eşinizi arıyorsanız, onunla hemen "belki başka zaman" diyerek vedalaşın. Çünkü bu tiplerin arzuları karşılığında verebilecekleri pek az şeyleri oluyor ve bunları yönlendirmeyi üstlenen biri çok geçmeden karşılığını alamadığı bu ilişkiden bıkıyor. Ezoterik felsefeye göre insanların çoğu kendileriyle aynı "ışın düzeyinde" olan herkesle mükemmel ve tatmin edici bir birliktelik yaşama gücüne sahip.
Kendi ışın düzeyimizde olan herhangi biriyle karşılaştığımızda da temel bir uyum duygusu oluşuyor. Çünkü ruhsal evrim sürecinin aldığı yol ve spritiüel nitelikler, bunlar ister gelişmiş, isterse ilkel düzeyde olsunlar, temelde aynı içeriğe sahipler. Ancak spiritüel eşleşme, yalnızca aynı ışın renginde olanlar arasında gerçekleşebiliyor. Dion Fortune, "Gelişim sürecinin farklı yönlerde oluştuğu bireylerde bu bağın güçlenmesini beklemek yararsızdır. Bir insan yaşamını askerlik mesleğine adamışsa, yaşamını ülkeler arasında barışın sağlanmasına adayan eşiyle yan yana yürümesi mümkün olmayacaktır" diyor.
Ruh eşinin de zamanı var...
Ezoterisyenler insan varlığının spiritüel gelişiminin yedi aşaması olduğunu söylüyorlar. Fiziksel dünya bunlardan yalnızca biri. Oysa ezoterik felsefe tarafından tanınan eşleşme yasaları, fiziksel birliktelikten daha fazlasını kapsıyor. Buna göre bir insan, işlev görecek aşamaya ulaşan yedi bedenini de aynı kişiyle eşleştiremediği sürece yaşadığı her birliktelik eksik kalıyor ve cinselliğe aç biçimde eşini aramayı sürdürüyor. Çünkü doğal olarak tüm insanlar eşit şekilde gelişmiyorlar.
Günümüzde ortalama bir insanın ancak ilk üç bedeni yani fiziksel bedeni, sezgisel bedeni ve duygusal bedeni eşleşmeye yatkın oluyor. Fiziksel beden ergenlik çağında daha aktif hale geliyor. Şefkat duyguları 10'lu yaşlardan itibaren aktifleşirken, somut mental beden 20'li yaşlarda gelişiyor. Soyut düşünce 30'lu yaşlarda oturmaya başlıyor ve spritüel yapı 40'lı yaşların sonuna kadar tüm yönleriyle olgunluğa ulaşmış olmuyor. Bu nedenle gelişim derecesi yüksek kişilerin, gelişimlerinin aldığı yön belli olana kadar evlenmeyi geciktirmelerine sıkça rastlanıyor.
Çoğu insan ne yazık ki, arzu-bedeninin kendine eziyet eden baskısına dayanamayarak sürekli birliktelik kurmakta acele ediyor ve karşı cinsten ilk uygun kişiyle evliliğe sığınıyor. Fiziksel olan ilk planda birleşme, üreme organlarının karşılıklı etkileşiminle bağlı. İkinci planda eşleşme, arzular karşılıklı olarak tutuştuğunda, bir erkek kadına şehvetle baktığında ve kadın da ona benzer bir tutku duyduğunda gerçekleşiyor.
Üçüncü planda birleşme heyecanların duygudaşlığına bağlı. Dördüncü planda eşleşme için ortak konularla ilgili bilinç ve ilgi gerekli. Beşinci planda entelektüel duygudaşlık, altıncı planda karşılıklı spritüel idealler eşleşmeyi belirliyor. İdeal birliktelik ise yedinci planda oluşuyor.
" Eş ruh birlikteliğinde ilginç bir durum daha var: Bazı planlarda eşleşmeler benzerlikler sayesinde kurulurken, bazılarında zıt olanlar birbirlerine çekiliyorlar. Birinci planda zıtlıklar, ikinci planda benzerlikler, üçüncü planda yine farklılıklar çekim gücünü yaratıyor. Dördüncü planda benzer zihinler birbirini çekerken, beşinci planda farklı yaklaşımlar çekimi artırıyor. "
Bu bağıntılar sona erdiğinde eşleşme de sona eriyor. Altıncı plan üzerinde eşleşme tamamen ışın rengine dayanıyor. Benzer spritüel türde olanlar kendilerine benzeyen ruhlarla eşleşiyorlar. Işın türleri farklı olanlar arasında birleşme mümkün olamıyor. Ruhların farklı yaşamlarda birbirini beklemesini sağlayan; birbirini izleyen yaşamlarda buluşarak, bir kez oluştuğunda onları daima bir araya getirecek olan bağ ise ancak beşinci gelişim aşamasından sonra kurulabiliyor.
Eş ruhunuzla karşılaştığınız an...
Birbirlerinin ruh eşleri olan insanlar, üst bedenleri'nin her biriyle karşılıklı eşleşiyor ve her eşleşmeyle de sevginin yeni boyutlarını keşfediyorlar. Karşılıklı arzulama anlamında fiziksel birliktelik, uyumu sağlıyor ve sinir sistemini dengeliyor. Sevgi, arzuları ve amaçları tek bir bütün içinde birleştiriyor ve iki kişiliği birbirine bağlıyor.
Ortak bilgi hazinesinin oluşturulması, arkadaşlığın yakınlaşmasını sağlıyor. Benzer kavram ve ilkelere duydukları inanç yaşamlarını aynı kanala yönlendiriyor, aynı düzeydeki ruhsal amaç ve idealler onların birlikteliklerini tamamlıyor. Bilinç saf ruh düzeyine yükselene dek, iki ruh arasında doğan bu büyük aşk tüm sınırlamaları aşıyor ve tüm evreni, kurdukları birliğin sınırları içine çekiyor.
Ezoterik filozoflar, o anda fiziksel planda gerçekleşebilecek en büyük uyarımlardan birinin başlayacağını söylüyorlar. Böylece çift "tüm planlarda" eşleşerek, "ışığa adım atıyor" ve bundan böyle artık yollarına ayrı ayrı devam etmiyorlar. Ezoterisyenler bu "kutsal birlikteliğin" ancak aynı evrim sürecinde olan bireyler arasında yaşanabileceğini kabul ediyor. Bu tür birliktelikler ölümle bile sona ermiyor.
Eş ruhunuzu buluncaya kadar...
"Düşüncelerinizin Gücü" kitabının yazarı olan, 1974'ten bu yana Münih'te kurduğu Hipnoz Araştırmaları Enstitüsü'nün başında bulunan, Almanya'nın en tanınmış hipnoz terapistlerinden Erhard F. Freitag'ın ideal eşini buluncaya kadar diğer erkeklere burun kıvırmaya karar vermiş olan kadınlara önerileri var:
Yaşamın şu yasasını aklınızdan çıkarmayın: Birisini arıyorsanız, yeryüzünde sizi de arayan biri var demektir. Eğer öyle olmasaydı siz de arayış içinde olmazdınız. Çünkü spritüel planda boşluğa giden tek bir içtepi bile yoktur. Her şey birbirine bağlıdır. İsterseniz kısa boylu, şişko ve evlilik dışı üç çocuk annesi olun. Bir erkeğin özlemini çekiyorsanız, dünyada öyle bir adam var demektir. Ufak tefek tombul kadınları seven, çocuklara bayılan ve sizin sıcak yüreğinizin ona verebileceklerini özleyen bir adam.
Bir eş isteyen ve bulamayan insanların çoğu boş yere aşağılık duygusunun pençesinde kıvranırlar. Hatta bazıları, mankenler gibi genç ve alımlı olmadıkları ya da sigara reklamlarının yıldızları gibi cool ve kendinden emin görünmedikleri için hiç kimsenin onlarla ilgilenmeyeceğine inanmışlardır. Halbuki inanılmaz güzel görünen, başarılı insanların hayatı sizinkinden, benimkinden çok daha mutlu değil ki. Onlar biraz daha şanslılar belki; ama sizin de mutlaka farkında olmadığınız ve onlarda bulunmayan avantajlarınız var.
Belki de bunları kullanmayı öğrenmeniz gerekiyor." Erhard F. Freitag 'n, eş ruhunu bulmak isteyenler için basit önerileri var.
- Bunun için önce, verebileceklerinizi kafanızda netleştirmelisiniz.
- Kim olduğunuzu bilin, olmadığınız bir insanmış gibi davranmak için boş yere kendinizi yormayın.
- Kalitenizin bilincinde olun, hangi yönünüzle başka insanları çektiğinizin farkına varın.
- Mizahi yanınız mı, cazibeniz mi, zekânız mı, sadakatiniz mi, güven uyandıran kişiliğiniz mi, anaçlığınız mı, sportifliğiniz mi, duyarlılığınız mı, pratik yönünüz mü?
Kişiliğinizin sandığının gizli köşelerini karıştırdığınızda hazine bulacağınızdan emin olabilirsiniz.
Erhard F. Freitag, bunu dostlara sormanın da iyi bir yöntem olacağını söylüyor. Çünkü o zaman ortaya çok şaşırtıcı sonuçlar çıkabiliyor. Doğal gördüğünüz için sizin farkında bile olmadığınız bazı özelliklerinizi onlar yüceltiyor olabilirler. Sonra sıra pratik çalışmaya geliyor. Kendinizi dünyaya, kozmosa mesaj yollayan bir verici gibi farz edin.
Her sabah uyandıktan sonra yollayacağınız mesajın özü şöyle olacak: " Selam ideal eşim, eş ruhum. Ben buradayım. Sana sesleniyorum." Sonra o gün neler yapacağınızı ona anlatacaksınız. Örneğin: "Sabah onbirde kuafördeyim. Saat beşte istasyonda bir arkadaşımı karşılayacağım. Akşam köşedeki kafede oturacağım. Eğer benimle karşılaşmak istiyorsan, bugün beni nerede bulacağını biliyorsun." Tamam, kabul. Böyle okuyunca insana komik geliyor; ama Erhard F. Freitag, spiritüel olarak hazır olan bazı insanlar için sonuçların tecrübeyle sabit olduğunu söylüyor.
Aslında denemekten kimseye zarar gelmez. Bu yöntemi uygulamak için aşmanız gereken tek engel mantığınız. O size daha şimdiden, hiç tanımadığınız birini bu şekilde çağırmanın mümkün olmadığını, " ruhsal telefonla " böylesi bir randevulaşmanın zırvalamaktan öte anlam taşımadığını söylemeye başladı bile değil mi? Oysa binlerce yıllık birikime sahip olan bilge filozoflar, sadece kendi üstünlüğünü tanıyan mantığın bu konuda da dar kalıplar içinde sıkışıp kalmış olduğunu söylüyorlar.
Spritüel dünyada aslında " rüzgara seslendiğiniz " pek çok şeyi başkalarının ve özellikle buna ihtiyacı olanların algıladıklarından emin olabilirsiniz. Peki bu mesajlar doğru alıcıya nasıl ulaşıyor? "Bu sadece bir dalga boyu meselesi" diyor, Erhard F. Freitag ve şöyle devam ediyor: "Aynı frekanslar buluşur, birbirlerine uyum sağlar ve güçlenirler. Alıcı ve verici, tıpkı geceyle gündüz, kadınla erkek, yaşamla ölüm gibi birbirlerine aittirler. "
"Bir eş arıyorsanız bilin ki buluşmanız, ilk önce ruhsal boyutta olur, sonra bedensele geçer. Yani onunla cismen karşı karşıya geldiğinizde aranızdaki ruhsal bağlantı aslında geçmişe dayanmaktadır. Birbirini sevenler, yeni karşılaşmış olsalar bile uzun zamandır tanışıyormuş gibi hissederler."
Ancak eş ararken kesinlikle yapmamanız gereken bir yanlış var: İlle de sahip olmak istediğiniz bir insana kendinizi odaklamak. Çünkü özellikle kadınlar, nedense son zamanlarda bir eşi olan ya da kendilerine ilgi göstermeyen şu ya da bu erkeği kafalarına takmaya çok eğilimliler. Sizin yapmanız gereken tek şey, ruhen uyumlu bir beraberlik kurabileceğiniz bir eş istemek. Çünkü belirli bir insanı zorla kendinize yöneltmeye çalışırsanız, büyük olasılıkla ideal eş ruhunuzun size gelmesine de engel olacaksınız...
Alıntı
Eğer dünya'yı değiştirmek istiyorsan;
Bir Kadını SEV,
Kendinin ötesinde SEV…
Senin ruhunu çağıran bir kadın bul, seni idare eden değil…
Kontrol listeni bir kenara at, kulağını kalbine koy ve onu dinle…
Yaşayan her varlığın adını, dualarını, şarkılarını duy…
Her kanat çırpanın, telaş içinde yüzenlerin, yeraltındakilerin, su altındakilerin, her yeşilin, çiçek açanın, henüz doğmamış olanın…
Ölmekte olanın…
Onların onlara hayat veren Bir’e hüzünlü övgülerini işit…
Eğer adını henüz duymadıysan, yeterince dinlememişsin demektir…
Eğer hala gözlerinde yaşlar yoksa, eğer hala onun ayaklarına eğilmemişsin, neredeyse onu kaybetmişsin demektir…
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan; Bir Kadını SEV, kendinin ötesinde SEV…
Arzunun ve mantığın ötesinde.. Senin gençlik, güzellik, ve çeşitlilik gibi bütün yapay özgürlük gündemlerinin ötesinde sev…
Bize çok sayıda seçenek verildi…
Ama biz, bir Ruhun ateşinin ortasında durup, oradan ışıyan gerçek özgürlükte aşka direnmeyi yakıp kül etmeyi unuttuk…
Bir tane Tanrıça var…
Ona bak, onu gör…
Bak bakalım o mu baltayı başına vuracak olan...
Eğer değilse yürü, hemen…
Boşa zaman harcama…
Bil ki kararının onunla bir ilgisi yok...
Çünkü nihai olarak kim olduğu ile değil, ne zaman teslimiyeti seçeceğimizle ilgili...
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, Bir Kadını SEV…
Onu ölüm korkusunun ötesinde sev…Onu içindeki anne tarafından manipüle edilme korkunun ötesinde sev…
Ona onun için öleceğini söyle…
Onunla birlikte yaşayabileceğini söyle...
Onunla birlikte ağaçlar dik ve onların büyümesini seyret...
Onun incinebilir güzelliğinde, onun ne kadar güzel olduğunu söyle ve onun kahramanı ol...
Ona hatırlat, o senin adanman ve hayranlığınla O SENİN TANRIÇAN...
Dünyayı değiştirmek istiyorsan, Bir Kadını SEV...
Bütün yüzleriyle, bütün mevsimlerde…
O seni şifalandıracak, senin şizofrenini…
İkili zihnini, yarım kalbini…
O şizofreni ki senin ruhunla bedenini ayırır…
Seni daima dışarıya bakar kılar, kendinden başka bir şeyi aramak için…
Böylelikle yaşamı değerli kılmak için…
Her zaman bir başka kadın olacak…
Sonunda o parlak olan da eski mat olana dönüşecek…
Ve sen yeniden huzursuz olacaksın…
Erkeğin daha çok seçime ihtiyacı yok…
Erkeğin ihtiyacı dişil, sabırlı, şefkatli, bir yerde nefes alan, köklere inen, birlikte yeryüzünü sarabileceğiniz kadar kuvvetli…
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, Bir Kadını SEV…
Yalnızca bir kadını…
O kutsal bir kase gibi, sev ve koru onu…
Bütün insanlık için, duyduğu terk edilme korkularını sev…
Onun yaraları sadece onun yaraları değil,
Onun bağımlılığı zayıflık değil…
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, Bir Kadını SEV…
O sana inanana kadar sev...
O zaman içgüdüleri, sanatı, sesi, vizyonları, tutkusu, vahşiliği ona tekrar döner…
O aşkın gücüdür…
Bütün politik, medya şeytanlarının yok etmeye ve değerini düşürmeye çalıştığı aşkın gücüne sahiptir…
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan;
Davalarını, silahlarını, iç savaşını bırak, öfkenden vazgeç, büyüklük sevdalarını aydınlanman için bırak…
Kutsal KADIN senin önünde duruyor…
Eğer onu kollarına alırsan, bu yakınlıktan daha ötesini aramaktan vazgeç...
Ya huzur ve barış denilen şey, bir kadının kalbiyle beraber tekrar hatırlanması gereken unutulmuş bir rüya ise..?
Dünyayı değiştirmek istiyorsan, Bir Kadını SEV…Gölgelerinin en derinliklerine kadar…
Varlığının en yüksek noktalarına kadar…
Onunla ilk karşılaştığın bahçeye git…
Gökkuşağı ülkesinin kapısına…
Birlikte tek bir ışık gibi yürüyerek…
Dönüşü olmayan noktaya…
YENİ BİR YERYÜZÜNÜN BAŞLANGICINA VE SONUNA KADAR………..
“Alıntı”
Hipnoz, en basit tanımıyla zihinsel odaklanma ve fiziksel rahatlamadır...
Mösyö Google’da ya da başka bir arama motorunda “Hipnoz nedir” diye tarattığınızda eminim çokça bilgiye ulaşacaksınız. Ben size Hipnoz terimini ilk kullanan Yunan Mitolojisini, Hipnoz’un tarihçesini, Psikoloji’de ki, Metapsişik’te ki, Spiritüalizm’de ki yerini uzun uzun anlatıp sizi baymayacağım. Siz zaten bu ansiklobedik bilgilere nasıl ulaşacağınızı biliyorsunuz.
Ben, bende ki tanımı ve deneyimleri aktararak Hipnoz hakkında bakış açımı paylaşacağım. Bahsettiğim tüm bilgileri bende araştırdım. Sonuç olarak hala aklımda kalan, sahne gösterilerinde kullanılıp insanları şaşırtan ve hayrete düşüren, enteresan bir konuydu benim için. Hatta belki birazda tedbirli yaklaşılması gereken bir alan.
Böyle diyorum çünkü; bundan 4-5 yıl önce sigara’yı bırakmak için alternatif çözümler araştırırken “hipnoz ile sigara’yı bırakın” sloganlarına rastladım. Üzerinde onca şey okumama rağmen, bende ki algı; Birisi (hipnotist ya hipnoterapist) beni bir güzel uyutacak, benim bilinçaltıma girecek ve benim haberim olmadan kimbilir bana neler yükleyecek, ben kimbilir hangi telkinlerle ben olmaktan çıkacağım :) Hatta abartıp, hipnoz altında iken hayatımda ki tüm sırları da bu profesyonel arkadaşa sayıp-dökebileceğimi düşünmüştüm. Biraz paranoyakça belki ama algım tamamen bunun üzerine kuruluydu ve ben “tırsmıştım”.
Üzerinden zaman geçti ve ben NGH (National Guild Of Hypnotists) Uluslararası Sertifikalı Hipnoz Eğitimi etkinliğine rastladım. Bireysel Danışmanlık ve Şifa Çalışmaları yaptığım için bu eğitimin tıkandığım noktalarda bana yardımcı olabileceğini düşündüm. Ve hipnoz hakkında ki algımı gerçek bilgiler ve bireysel deneyimlerim doğrultusunda düzenleme fırsatımda olacaktı. Tamamen içgüdüsel olarak bu eğitime kayıt oldum. Hayatımda “iyi ki yaptım!” dediğim deneyimlerim arasında baş sıralarda yer alıyor bu kararım. 50 saate yakın, yoğun bir eğitimden geçerken birçok bilgi ve teknik öğrendik. Öğrendiklerimizi birbirimizle ve kendi kendimize (otohipnoz teknikleri ile) bolca uygulama fırsatı yaşadık. Ve her birimiz eğitimi başarı ile tamamlayıp birer Hipnotist olduk.
Hipnoz benim için artık bir gösteri ya da insanları etkileme sanatının çok dışında bir şey. Bir kere öyle horul horul uyuyan varlıklar olmuyoruz seans sırasında :) Bunu özellikle belirtiyorum çünkü ben başta da anlattığım gibi öyle olacağını sanıyordum.
Şimdi; Hipnoz, en basit tanımıyla zihinsel odaklanma ve fiziksel rahatlamadır. Zihni hipnotist yardımıyla belli bir alana odaklarsınız ve beyin dalgalarını alfa’ya getirerek (trans-yani bir halden başka bir hale geçiş) fiziksel rahatlık yaşarsınız.
Çok detaya girmeden beyin dalgalarını da anlatayım. Elektroensefalogram (EEG) ile ölçüldüğünde beynin yaydığı dalga boyları ALFA – BETA – TETHA – DELTA’dır.
BETA; Zihnin ilk kullandığı dalga boyudur. 12-16 hz.dir.
ALFA; Zihni ve bedeni rahatlatan, dalga boyudur. 8-12 hz.dir.
TETHA; Hafif uyku durumu, derin rahatlama, meditasyon dalga boyudur. 4-7 hz.dir.
DELTA; Beyin frekansı çok düşüktür. Burada zihin sesi neredeyse duyulamayacak gibidir. 1-3 hz.dir.
Herkesin beyin dalga boyu Beta’da dır. Bir hipnoz seansı sırasında Alfa’ya geçerek gerçek bir rahatlık yaşarsınız. E peki rahatladık, güzel. Hepsi bu mu diyeceksiniz. Bu sadece giriş kısmı.
Rahatlayan zihin ve beden tüm algılara açık hale geliyor. Yani sizin alfa’da olmanız hayatınızın kalitesini doğru oranda arttırıyor. Ne kadar sık kullanırsanız, hayatınızı siz yönlendiriyor olursunuz. Çünkü dışarıdan farkında olarak ya da olmadan çokça hipnotik enerjiler alıyoruz. Siz algılarınız açık olduğunda, neye çekildiğinizi, neye yönlendirildiğinizi, neyi neden istediğinizi daha fazla fark ediyor oluyorsunuz. Farkındalığınız arttıkça daha etkin bir hayat yaşamanız kaçınılmaz oluyor. Bu giriş kısmının yani beynimizi alfa’da kullanmamızın avantajı. Şimdi gelelim bir hipnoz seansı ile neler yapabileceğinize.
Hipnotist yardımıyla rahatlayan zihin ve beden, önceden belirlemiş olduğunuz spesifik bir konuda değişim-dönüşüm yaratmak için hazır hale geliyor. Çeşitli tekniklerle Bilinçaltı temizliği ile eski, işinize yaramayan, artık size hizmet etmeyen düşünce kalıplarınızı sonsuza kadar çöpe atma fırsatınız doğuyor. Yerine de; yeni Siz’i oluşturacak kendinizle ilgili algılarınızı telkinlerle bilinçaltınıza iletiyorsunuz. Kendinizi harika hissetmeye başlıyorsunuz.
Çünkü siz artık, sizi engellediğini düşündüğünüz kalıplarla mücadele ederek yaşamak yerine, olumlu bir zihin yapısıyla hareket ediyor ve hayatınızı tam da yaşamak istediğiniz gibi yaşayacak potansiyele sahip oluyorsunuz. Bundan daha harika ne olabilir ki :)
Hulya
EVRENSEL YAŞAM ENERJİSİ
Öncelikle; Reiki ile ilgili teknik bilgilere ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız ya da sadece nereden gelir, neden Reiki gibi sorularınız varsa şahsi web sitemde uzun uzun her detayın anlatıldığını görebilirsiniz. Yazılara buradan ulaşabilirsiniz...
Neale Donald Walsh’a ait bu cümleyi seviyorum… Tüm kitaplarını da çok sevdiğim gibi…
"Sağlık; Bedeniniz, Aklınız ve Ruhunuz arasındaki anlaşmanın bir ilanıdır."
İşte Reiki benim için tam bu noktaya dokunuyor. Ben kendime reiki uyguladığımda sağlığımı destekliyorum. Bunun açılımı da; Ben hem bedensel, hem zihinsel, hem duygusal hem de ruhsal olarak şifalanıyorum. Bahsedilen anlaşmayı ilan ediyorum. Reiki tüm bu alanlara etki edip beni yaşam enerjisi ile dolduruyor. Coşkumu, hayata dair sevincimi artıyor. Kendimi çok daha denge’de hissediyorum.
Reiki’nin başka bir amacı da kişisel ve spiritüel tekamül’ü güçlendirmektir. Sizin yolunuzu açar ve ilerlemenize destek verir.
Reiki bedenin doğal kendini iyileştirme yeteneğini güçlendirir.
Ağrı ve acıları azaltıp, iyileşme sürecini hızlandırır.
Bağışıklık sisteminizi güçlendirir, hastalıklara karşı korur. Bu noktada belirtmeden geçemeyeceğim; ben reiki’yi uygulamaya başladığımdan beri (yaklaşık 10 yıldır) antibiyotik kullanmadım. İlaç alma sıklığım çok uzun sürelere yayılıyor.
Bunun dışında; Sizi engelleyen düşünce kalıplarına, olumsuz duygu ve düşüncelere, geçmişte yaşadığınız bir durumun etkilerine reiki verebilir, şifalandırabilirsiniz. Eskiye oranla çok daha farkındalığı yüksek, hayata çoğunlukla olumlu açıdan bakan bireyler haline dönüşürsünüz.
Yediğiniz yemeğe, içtiğiniz suya reiki verebilir, bedeniniz için toksinlerin arıtılmasını sağlayabilirsiniz.
Sadece sizin için değil; kendilerinden izin alarak, sevdikleriniz, aileniz içinde reiki şifa enerjisi yollayabilirsiniz. Onların sağlıklarına, huzurlu hissetmeleri ya da işlerinde ki bolluk-bereket akışı için reiki verebilirsiniz.
Reiki’yi evcil hayvanlarınıza, bitkilerinize uygulayabilirsiniz. Onları da yaşam enerjisi ile destekleyebilirsiniz.
Yaşadığınız alana, şehrinize, ülkenize, tüm dünya’ya ve evrene reiki şifa enerjisi yollayabilirsiniz. Ki bu önemli bir sorumluluktur. Eğer bir reiki uygulayıcısı iseniz bu maddeyi göz ardı etmemenizi isteyeceğim sizden.
Reiki’nin deneyimlediğim faydaları saymakla bitmez. En zor anlarımda, en yakınım olmuştur her zaman. Ben kendiniz için bir “iyilik” yapın ve Reiki ile tanışın diye öneriyorum. Seçim ve karar her zaman sizin :)
Hulya
Hayat size ancak ondan istemeye cesaret ettiğiniz şeyleri verecektir!
“Oprah Winfrey”
Bu akşam Yazı Evi'ndeki ki çalışmamızın konusu İlişki Meditasyonu ve Ruh eşi Vizyonlama idi. Alışılageldiği üzere mumlar ve tütsülerle oluşturulmuş ambians’ımıza, fonda mantralar eşlik etti. Önce derin ve yumuşak nefes egzersizleri ile bedenlerimizi ve zihinlerimizi rahatlattık. Meditasyona kendimizi hazırladık. Sonra yaşamlarımıza dokunmuş, çeşitli deneyimler paylaştığımız, üzerimizde olumlu ya da olumsuz etkileri devam eden ilişkileri serbest bıraktık. Her birinin bugün bizi etkileyen negativitesinden arındık. Teşekkür ettik, onurlandırdık ve tüm zamanlara doğru ışığa teslim ettik.
Meditasyon sonrası İlahi Dokunuş (Deeksha) Enerjisi aktarımı ile niyetlerimizi diledik. Bu enerji hakkında daha önce bir yazı yazmıştım. Okumak isterseniz burayı tıklayabilirsiniz.. :)
Enerjimizi dengeledikten sonra sıra Ruh Eşi vizyonlama çalışmamıza geldi. Artık biliyoruz ki evren cast ajansı gibidir. Bizim niyetlerimiz ve dileklerimiz doğrultusunda, enerjimiz doğrultusunda ilgili kişi, durum ve şartları oluşturan ve yaşamak istediğimiz deneyim için gerekli detayları düzenleyen muazzam bir düzen var. Yeter ki biz “ne istediğimizi” bilelim. Yeter ki biz arzularımızı iyi belirleyelim. İstek ve niyeti birbirinden ayırmak gerek. Gün içerisinde yüzlerce şey isteriz. Tramisu yemek isteriz, akşam arkadaşlarla buluşmak isteriz, mavi bir çanta almak isteriz, filanca filmi görmek isteriz. İsteriz de, isteriz. Bu isteklerin birçoğu da hipnotize edilmeye çok müsait olduğumuz alanlardan gelir. Toplu bilinç istekleri, modern yaşamın getirdiği sonsuz teknolojik ürünler, gözümüze sürekli sokulan reklamlar aracılığı ile ne hoş olduğunu düşündüğümüz birçok şey.
Ben uzun yıllardır tv izlemem. Sevdiğim birkaç şeyi internetten kendi belirlediğim ve istediğim zamanda izlemeyi tercih ederim. Yine takip ettiğim dizilerden “how i meet your mother” ın, bilmem kaçıncı sezon, bilmem kaçıncı bölümü izliyordum geçen gece. Bölüm teması bir hamburgerci üzerine kurulu. Dizi karakterleri yıllar önce izini kaybettikleri ama tadını hala unutamadıkları bir hamburgerciyi arıyorlar. Sürekli farklı mekanlar da, farklı hamburgerler yiyerek “o mu acaba” diye dolaşıyorlar. 25 dakikalık dizi boyunca, oyun bunun üzerine kurulu. Dizi bittiğinde 2 yıldır fast food ürün yemeyen ben, gecenin bi saati arabaya atlayıp hamburger mi alsam diye muazzam bir istek içerisinde buldum kendimi :) Tabii ki gidip hamburger yemedim ama orada bir kez daha fark ettiğim şu oldu.
Biz bir şey isterken gerçekten onu istiyor muyuz? Yoksa istediğimizi sandığımız şeye mi çekiliyoruz? Hipnoz sertifika eğitimim sırasında, sevgili hocam bize şunu söylemişti. “Neye çekildiğinizi, sizi neyin hipnotize ettiğini iyi fark edin”. Bunu o zaman tam olarak oturtamamıştım zihnimde. O diziyi izlerken ampul yandı bende :) Yaşadığımız dünya bize sonsuz istek uyandırıcı seçenek sunuyor. Hazırlanan reklamlar, billboardlar vs.. sürekli bir isteğe ve dolayısı ile tüketime zorluyor. Burada kimseyi suçlamıyorum. Herkes kendi doğrusunu yaşıyor ve kendi işini yapıyor. Ama bize düşen uyanık olmak gerekiyor. Farkında olmak gerekiyor. Neye çekildiğimizi, ne istediğimizi iyi bilmemiz gerekiyor.
Neyse fazla dağıldım, toparlıyorum :)
Neyse fazla dağıldım, toparlıyorum :)
Bir ilişki yaşarken de, biz gerçekten ne istiyoruz ve neye niyet ediyoruz? Enerjimiz ile ne yaratıyoruz ve kimleri kendimize çekiyoruz? İsteklerimiz arzu boyutunda güçlü mü? Çünkü bizim için gerçekten önemli ve değerli olan bir niyetin enerjisi de aynı oranda güçlü ve yüksek olacaktır. Bunu anlamanın en kolay yolu hislerinize bakmak, iç sesinizi dinlemektir. O niyeti düşündüğünüzde, hayal ettiğinizde yüreğiniz sevgi ile doluyor ve yüzünüze bir gülümseme yerleşiyorsa bu yoğun bir niyettir. Yoğun bir enerjidir. Ruh eşi vizyonlama ile neyi deneyimlemek istediğimizi detaylandıran bir çalışma yaptık bu akşam.
Elbette bizim ve ilgili herkesin ve bütünün en yüksek hayrına.
Sevdiğim sözlerden biri ile yazımı bitiriyorum.
Hayat size ancak ondan istemeye cesaret ettiğiniz şeyleri verecektir!
“Oprah Winfrey”
Bize bahşedilen bu özel yaşamı inandığımız ve hak ettiğimiz şekilde yaşamak için lütfen arzu edin, lütfen güçlü niyetlerde bulunun, lütfen hayatınızı sevgiyle yaratın…
Sevgiyle kalın,
Hulya
Dünyanızdaki herkesin orada olması için bir neden vardır...
İlişkiler Dönüşüme Giden Yoldur.
İlişkiler dönüşümünüzü hızlandırır çünkü kendinizi; hem olumlu yönlerinizi hem de engellerinizi, daha hızlı ve daha net görmenize yardımcı olur...
Sevginin ve korkunun etkileri ilişkiniz boyunca anında size geri bildirilir, böylece kimin, sizin hayatınıza, daha çok ruh getirip getirmeyeceğini sınamak kolaylaşır. Ve ilişkiler; sorunu olanın sadece siz olduğu, sadece sizin belirli bir potansiyeliniz olduğu fikirlerinden öteye taşıyarak empatinizi geliştirir. Deneyimlediğiniz her şeyin başkaları tarafından da yaşandığını ve bunun tam tersini görürsünüz -ve bu güçlendiricidir…
Artık dönüşüm içindesiniz. Bu da enerjiden ibaret titreşen bir varlık olduğunuzun ve hepimizin birbirimizin içine işleyen farkındalık alanları bulunduğunu bilebilecek durumda olduğunuz anlamına gelir.
Şu an siz artık gerçekten nasıl her şeyi paylaştığımızı, bir diğerimiz hakkında bilgimiz olduğunu, bir başkasının varoluşunu desteklediğimizi, birbirimize bağlı olarak evrimleştiğimizi, asla yalnız olmadığımızı anlayabiliriz. Karmaşık gibi görünse de, birbirimizle olan ilişkimizin ne kadar zarif bir sadelikte olduğunu hissedebilirsiniz: özünde, hepimizin içsel frekansı birbiri ile tek bir içsel frekansta birleşir. Hepimiz sevginin evrensel titreşiminde titreşiriz.Hayatınızdaki İnsanlar Sizin Frekans Eşlerinizdir.
Duygusal olarak üzücü de olsa, mükemmel bir uyumla geçiyor da olsa ilişkilerinizde karşınızdaki insanın sizinkine benzer bir frekans kalıbı bulunur. Dünyanızda bulunan insanlar sizin frekans eşlerinizdir. Hayatınıza biri girer ve içsel algılayıcınız onu fark ederse, ortak bir kişisel titreşimi paylaşıyorsunuz demektir. Onlar sizin dünyanızda ortaya çıkıyorsa, siz de onların dünyasında ortaya çıkarsınız. Ortak bir amaç için birbirinizi beraberce yaratıyorsunuzdur. Tabii ki sizinle aynı değiller ama benzer frekansları paylaşırsınız. Bir kere biraraya geldiğinizde kişisel alanlarınız birleşir ve bir ilişki alanı var olur. Bu ilişki alanı, enerji, eski tecrübelerden edinilmiş bilgiler gibi ortak kaynakları size sunarak bir çift olarak yaşayacağınız deneyimleri besler ve yeni yeteneklere ulaşmanızı sağlar. Bunun sayesinde diğer kişinin bildiklerini bilmek mümkündür. İlginç bir şekilde, fazlaca uyumsuz titreşim tarzlarına ve çok az ortak noktaya sahip insanlar birbirlerinin gerçekliğinde yer almaz...
İstediğimizi değil, benzerimizi kendimize çekeriz.
İlişkiler hep ortaklaşa yaratılır ve yok edilir…
Ruhunuzun birine bağlanmaya ihtiyacı yok ise, ne kadar olumlama yaparsanız yapın bu gerçekleşmez…
Bir sevgili, öğretmen ya da arkadaşa şiddetli bir çekim duyuyor ya da ondan etkileniyorsanız, bunun nedeni, ikinizin de gerçekten tıkanmaları temizlemek ve benzerlikleri doğrulamak istediğinizdendir…
Hayatınızda sorunlu insanlar olması yüzünden cezalandırılmıyor, kendinizi seri bir şekilde dönüştürme fırsatını yakalıyorsunuz...
İlişkileriniz Değişip Bittiğinde.
İki benzer şekilde titreşen kişisel alan birleşip bir ilişki yarattığı gibi, ilişkiler değişir ve birinin kişisel alanındaki titreşimi değiştiğinde de sıklıkla biter. Eğer alanınızın titreşimi, bir ruhsal çöküntü durumunun sonrasında olabileceği gibi değişirse, benzer bir çöküş yaşamamış bazı belirli kişiler artık alanınızda barınamaz ve büyük ihtimalle yok olurlar. “çok sıkıcılar” ya da “bir sebepten artık beni sevmiyorlar” gibi yorumlarla bu durumu söze dökeriz. Arkadaşlıklar biter ve bambaşka bir yerden yenileri doğar. Karmasal bir dönem bittiğinde, bir kişinin kişisel alanının titreşimi, ilişkinin formundaki ani değişimi yoğunlaştırarak, anında değişir…
İlişkiler eşlerin titreşim ayrılığından ötürü değişir ya da sona erer -çünkü ruhlar başka aşamalara geçerler. Bitmiş bir ilişkinin ardından üzülmeye gerek yoktur çünkü birbirinizi geliştiremediğiniz bir ilişkinin iki tarafa da yararı yoktur…
“Frekans-İnsan Titreşimlerinin Etkisi ve Anlamı”
Penney Peirce
Bir insanı tanımak için iki şeye bakabileceğimi öğrendim;
Yağmurlu bir gün ve Kaybolan valizler karşısında duruşları...
Anne babanızla ilişkiniz her ne olursa olsun öğrendim ki; Onlar gidince onları çok özlüyorsunuz...
Öğrendim ki; Bir hayatı yaşamak ile Bir yaşam yaratmak aynı şeyler değilmiş..!
Öğrendim ki; Yaşam bazen ikinci bir fırsat tanırmış...
Öğrendim ki; Hayatı her iki elinizde beyzbol eldiveni, tutmaya hazır yaşamamalısınız... Birşeyleri geri atabilmeniz gerekmeli...
Açık yürekle ne zaman karar verdiysem, Öğrendim ki; doğru kararı vermiş oluyorum...
Öğrendim ki; Her yerim acısa da başkalarına acı vermem gerekmez...
Her gün uzanıp birine dokunmanız gerektiğini öğrendim...
Öğrendim ki; İnsanlar sıcak bir SARILMAYA ya da sırtında DOSTÇA bir ele çok ihtiyaç duyar...
Daha öğrenecek çok şeyim olduğunu öğrendim...
Öğrendim ki;
İnsanlar dediğinizi unutur,
İnsanlar yaptıklarınızı unutur
Ama İNSANLAR ONLARDA BIRAKTIĞINIZ HİSSİ ASLA UNUTMAZLAR…
Öğrendim ki;
Her ne olursa olsun,
Bugün ne kadar kötü gözükürse gözüksün..
Yaşam devam ediyor..
Ve, Yarın daha iyi bir gün olacak…
"Maya Angelou"
Her insanın fiziksel bedenine nüfuz ederek onu kuşatan bir Aurası, bir enerji bedeni ve bir ışık bedeni bulunur.
Aura; formuna, yapısına, içeriğine ve rengine göre insandan insana değişir.Aura’nın farklı katmanları ve bunların üzerinde çakraları vardır.
Çakralarımız, saat yönünde dönen enerji merkezlerimizdir. Bunların görevi, enerjiyi dışarıdan alarak insanın enerji sistemine sevk etmektir. İnsan omurgasında, çakralardan sevk edilen enerjiyi organizmaya dağıtan bir enerji kanalı bulunur.
Her çarka bedenin belirli bir bölgesini enerji ile besler. Ve tüm çakralar birbirine bağlantılıdır. Çakra çalışmaları, öğrenme ve evrimleşme süreçlerimizi destekler. Reiki ile birlikte yapacağınız uygulamalar çok daha hızlı sonuçlar verecektir.
Kök çakra: Bu çakra varoluşumuzun temelini teşkil eder. Burada ki dengeleme için kullanabileceğiniz olumlama cümleleri; Bedenimi seviyorum. Yaşam çok güzel ve ben yaşamı seviyorum. Dünyanın ve toprağın enerjisi beni besliyor ve bana şifa veriyor. Dünya yaşanılacak dost bir yer ve evren tüm ihtiyaçlarımı daima karşılar.
Sakral çakra: Bu çakra fizik seviyede yaratıcılığın merkezidir. Dengeli çalıştığında kendimizi iyi hissederiz. Dengeleme için olumlama cümleleri; Yaşama sevincim hergün daha da çoğalıyor. Bedenim canlı ve sağlıklı. Cinselliğimin kutsallığını görüyor ve cinselliğimi sevgiyle yaşıyorum. Sevgiyle yaratıldım, Sevgiyle hayatımı yaratıyorum. Her saniye hayatıma eşlik eden mucizelere kendimi açıyorum.
Solar çakra: Bu çakranın en temel özelliği Güç ve İradedir. Bütünlüğe giden yolu birleştirir. Dengeleme için olumlama cümleleri; Ben güçlüyüm. Gücümü doğal haliyle, sevgiyle yaşıyor ve kullanıyorum. Gücümün farkındayım. Gücümü sevgiyle ifade ediyorum.
Kalp çakrası: Bu çakra sevgi'nin kaynağıdır. Dengeleme için olumlama cümleleri; İçimdeki sevgiyi genişletiyor, büyütüyorum. Bütün duygularıma "evet" diyorum. Duygularıma ve sezgilerime güveniyorum, hissediyorum. Kendimi koşulsuzca seviyorum. Kendimi sevdikçe, çevreme daha çok sevgi veriyorum.
Boğaz çakrası: Bu çakra iletişimin, ifadenin çakrasıdır. Dengeleme için olumlama cümleleri; Ben özgürüm. Kendimi özgürce ve dürüstlükle ifade ediyorum. Kendimi ifade etmem son derece güvenli. Duygularımı sevgiyle ifade ediyorum. Kendimi her zaman sevgiyle ifade ediyorum.
Üçüncü göz çakrası: Doğaüstü güçlerin, sezgilerin, durugörünün varlığını ve gelişimini temsil eder. Dengeleme için olumlama cümleleri; Buradayım ve Varım. Sezgilerime güveniyorum. Evrene güveniyorum. Evrenin sonsuz ve sınırsız potansiyeli içerisinde, kendi sonsuz ve sınırsız potansiyelimi keşfediyorum.
Taç çakra: Bu çakra ruhsallığı ve herşeyle BİR olma duygusunu simgeler. Dengelemek için olumlama cümleleri; Var olan herşeyle Bir'im. Varlığımın ve Evrenin varlığının farkındayım. Bir'liğin farkındayım. Evrensel bilinç ihtiyacım olan tüm bilgiyi, ihtiyacım olan zamanda bana ulaştırır.
Çakralarımız dengeli olduğunda kendimizi canlı, neşeli, enerji dolu, coşkulu, yaratıcı, tam ve eksiksiz hissederiz. Kendimize ve yaşama güveniriz. Her zaman, herşeyin yolunda olduğunu hissederiz.
Hulya
Son derece çekici ya da ünlü olmak için hayatınızın 10 senesini vermeyi ister miydiniz?
Yaklaşık 12 yıldır kendimle, kendimi keşfetmek üzerine çalışıyorum ama bu kadar nefis ve eğlenceli soruların bir arada olduğuna ilk kez şahit oldum:) İnternette şöyle bir gezerken çıktı karşıma tesadüfen! :)
Size, sizin hakkınızda çok ciddi bilgiler aktaracak bir sorular yumağı..
Hani derler ya, “ben ne istediğimi bilmiyorum ki”. Bu soruları ciddi ciddi rahat bir zamanınızda yanıtlayın, ne istediğinizi bilmemeniz mümkün olmayacaktır. Yanıtlarken kalıplaşmış cümlelerden ve ifadelerden uzak durmanızı, yüreğinize sorarak cevap vermenizi öneriyorum, nacizane :) Yanıtlar sizin yanıtlarınız olsun, size yansıtılan doğru! ların değil ;)
Ve lütfen eğlenin olur mu :)
HADİ BAŞLAYALIM
1. Kaç yaşında olduğunuzu bilmeseniz kaç yaşında olurdunuz?
2. Başarısızlığa uğramak mı hiç denememek mi daha kötüdür?
3. Hayat o kadar kısaysa neden sevmediğimiz o kadar şeyi yapıyor ve yapmadığımız o kadar şeyi seviyoruz?
4. Her şey yapılıp söylendiğinde söyledikleriniz yaptıklarınızdan daha mı fazladır?
5. Dünya için değiştirmek istediğiniz en önemli şey nedir?
6. Mutluluk ulusal para birimi olsa nasıl bir çalışma sizi zengin ederdi?
7. İnandığınız şeyi mi yapıyorsunuz yoksa yaptığınız şeye alışmaya mı çalışıyorsunuz?
8. Ortalama insan ömrü 40 sene olsa hayatınızı farklı yaşar mıydınız?
9. Hayatınızın gidiş yönünü ne derece etkilediniz?
10. Bir şeyleri doğru yapma konusunda mı yoksa doğru şeyleri yapma konusunda mı daha endişelisiniz?
11. Asansör düğmesine birden fazla defa mı basıyorsunuz? Bunun asansörü daha çok hızlandırdığına mı inanıyorsunuz?
12. Endişelerle dolu bir dehâ mı yoksa neşeli ve basit bir insan mı olmayı tercih ederdiniz?
13. Neden siz sizsiniz?
14. Arkadaş olarak isteyeceğiniz türden bir arkadaş mısınız?
15. İyi bir arkadaşınızın uzaklara taşınması mı yoksa yakınlarınızda oturan iyi arkadaşınızla irtibatınızın kopması mı daha kötüdür?
16. En çok şükrettiğiniz şey nedir?
17. Eski anılarınızı kaybetmeyi mi yoksa asla yeni anılara sahip olamamayı mı tercih ederdiniz?
18. Gerçeğe kafa tutmadan onu bilmek mümkün müdür?
19. En büyük korkularınızdan gerçekleşen oldu mu?
20. Beş sene önce çok mutsuz olduğunuz zamanı anımsayabiliyor musunuz? Şimdi bu üzüldüğünüz şeye hâlâ üzülüyor musunuz?
21. Çocukluğunuzdan sizi en mutlu eden anınız nedir? Onu bu kadar özel kılan nedir?
22. Yakın geçmişinizde en son ne zaman tutku dolu ve canlı hissettiniz?
23. Şimdi değilse ne zaman?
24. Henüz istediğinizi başaramadıysanız kaybedecek neyiniz var?
25. Biriyle hiçbir şey konuşmadan hayatınızın en güzel konuşmasını yaptığınızı hissettiğiniz oldu mu?
26. Sevgiyi destekleyen dinler neden bu kadar çok savaşa neden oluyor?
27. Hiç şüphe duymadan iyi ve kötünün ne olduğunu bilmek mümkün müdür?
28. Şimdi birkaç trilyon kazanmış olsanız işinizi bırakır mıydınız?
29. Daha az işiniz olmasını mı yoksa zevk alabileceğiniz daha fazla işiniz olmasını mı tercih ederdiniz?
30. Bugünü daha önce yüz kere daha yaşamış gibi mi hissediyorsunuz?
31. En son ne zaman derinden inandığınız bir fikrin hafif ışığında karanlığa daldınız?
32. Tanıdığınız herkesin yarın öleceğini bilseniz bugün kimi ziyaret ederdiniz?
33. Son derece çekici ya da ünlü olmak için hayatınızın 10 senesini vermeyi ister miydiniz?
34. Hayatta olmak ve gerçekten yaşamak arasındaki fark nedir?
35. Ne zaman risk ve mükâfatları hesap etmeyi bırakıp devam etmek ve doğru olduğunu bildiğin şeyleri yapmak gerekir?
36. Hatalarımızdan bir şeyler öğreniyorsak hata yapmaktan neden bu kadar korkarız?
37. Kimsenin sizi yargılamayacağını bilseniz neyi farklı yapardınız?
38. En son ne zaman kendi nefes alış sesinizi duydunuz?
39. Neleri seversiniz? Son zamanlardaki hareketleriniz bu sevgiyi açıkça gösterdi mi?
40. Bundan beş sene sonra dün ne yaptığınızı anımsayacak mısınız? Ya ondan önceki günü? Ve ondan öncesini?
41. Şu an bazı kararlar alınıyor. Soru şu: Bu kararları kendiniz için mi alıyorsunuz yoksa başkalarının sizin yerinize bu kararları almasına izin mi veriyorsunuz?
42. Saygı ve hayranlık duyduğunuz üç kişiyle öğle yemeği yiyorsunuz. Sizin arkadaşınız olduğunu bilmeden yakın bir arkadaşınızı eleştirmeye başlıyorlar. Bu eleştiri hoş değil ve haksız yere yapılıyor. Ne yaparsınız?
43. Yeni doğan bir bebeğe tek bir tavsiye verecek olsanız bu ne olurdu?
44. Sevdiğiniz birini kurtarabilmek için yasaları çiğner miydiniz?
45. İyice baktığınızda yaratıcılık gördüğünüz bir yerde delilik gördüğünüz de oldu mu?
46. Çoğu insandan farklı yaptığınızı bildiğiniz bir şey var mı?
47. Sizi mutlu eden şeyler nasıl oluyor da diğer herkesi mutlu etmiyor?
48. Gerçekten yapmak isteyip de yapmadığınız bir şey var mı? Varsa sizi tutan ne?
49. Aslında bırakmanız gereken bir şeylere mi tutunuyorsunuz?
50. Şu anda yaşadığınız ülke ya da şehirden başka bir yere gitmeniz gerekse nereye taşınırdınız ve neden?
Umarım sizde de işinize yarayacak farkındalıklar yaratmıştır.
Sevgiler,
Hulya
Bu kelimeyi ilk duyduğumda, gözümde büyütmüştüm. İyice okumalı, araştırmalı, en doğrusunu yapmalıyım diye düşünmüştüm. Hayatı fazla ciddiye aldığım bir süreçti, tahmin ettiğiniz gibi:)
Oysa meditasyon tam da bu ciddiyetimi yerle bir edecek yöntem oldu benim için. Ben en basitinden başladım. Anapanasati Meditasyonu ile. Araştırmalarımda Buddha’nın Nirvana’ya ulaşmak için bizzat uyguladığı meditasyon olarak belirtiliyordu. Benim amacım öyle yüksek değildi, ben sadece biraz “rahatlamak” istiyordum.
Bununla başlama nedenim, çok basit uygulanabilirliği idi. Zihnimi tek bir noktaya odaklamak ve tüm zihinsel dağınıklığın ve gerginliğin gitmesine izin vermek. Odaklanacağım şeyde sadece nefesim’di..! Nefes al, farkına var. Nefes ver, farkına var. Ne kolay değil mi?Zaman içerisinde birçok farklı meditasyon tekniği buldum. Kimisini çok sevdim ve hala devam ediyorum. Kimisi bana hiç uymadı ve çöpe attım. Burada yeniden görüyordum ki, her şey herkese uymak zorunda değil.
Daha sonra hayatıma Yoga girdi. Onunla ilgili detaylı bir yazı yazacağım. Ama yoga ile meditatif halimi daha uzun sürelere taşıyabildiğimi yaşadığımı belirtmeliyim.
Şimdi; ben neden meditasyon yapıyorum?
Hepimizde olur, yapılması gerekenler listemiz elimizin altındadır ve nereden başlayacağımızı bilemeyiz. İşin eğlenceli yanı bazen hiçbirini de yapmak içimizden gelmeyebilir:) Enerjimiz düşük olabilir, canımız sıkkın olabilir, zihnimiz gereğinden fazla diyalogtadır, vs.. vs..
İşte o anda her şeyi bırakır ve sadece 15 dakika meditasyon yaparım. Bu kendimin durdurma düğmesine basmak gibidir benim için. Bitince ne mi olur? Ben gerçekten “rahatlamış”, odaklanmış, enerjimi yükseltmiş ve keyifli hissederim. Sonra gelsin listeler. Tabii bu arada, liste içerisinde yapılması “o kadarda önemli olmayan” maddeleri uçurabilirsiniz bu farkındalıkla. Yani hayatınızı, hayata bakışınızı da sadeleştirirsiniz. İhtiyacımız olanda tam da budur.
Bunun yanı sıra, düzenli yapılan meditasyon’un faydalarını da belirtmeden bitirmeyeceğim.
- Meditasyon bedenin bağışıklık sistemini güçlendirir ve bölgesel ağrıları azaltır.
- Gerilim, endişe gibi tüm olumsuz duygu-düşünce ve hisleri azaltır.
- Nabız atışını azaltır ve kan dolaşımını hızlandırır. Bu metabolizmamız için iyi bir şeydir.
- Dinginlik, huzur ve denge hissi yaşatır. Çok kısa süre bile yapsanız, kendinizi çok daha dengede hissedersiniz.
- Kalp sağlığına destektir. Kalp çakranızı dengeler, sevme ve sevilme kapasitenizi arttırır.
- Zihinsel kontrol, odaklanma sağlar ve yaptığınız her ne olursa olsun performans arttırıcı etkisi vardır.
- Enerjinizi arttırır. Yorgunluk, halsizlik hislerini giderir ve çok daha enerjik, keyifli hissedersiniz.
- Günlük yaşamınızda ki stresi azaltır ve çok daha dingin hissedersiniz.
Hulya
YOGA VE BEN
Bir arkadaşıma uyup (neden bilinmez) şu popüler ve modern tasarımlarının gözümüze sokulduğu spor salonlarından birine kayıt olmuştum. Kilo verme umuduyla hiçte sevmediğim cardio ve fitness derslerine girecektik.
Hayır spor severim, sporla derdi olan biri değilim. Hareketi de severim. Atın beni açık alana, bisiklet süreyim, voleybol-basketbol-tenis oynayayım benden mutlusu yok. E, o zaman derdin neydi de gittin bir merkeze üye oldun dimi? Başta da söylediğim gibi bilmiyorum.
Kapalı alan fobim falan da yok ama anlamsız ve zevksiz geliyor bana bu “mecburi ve rutin” aktivite. Bir insan sevmediği bir şeyi yapmaya çalışarak kendine nasıl eziyet eder yaşayıp gördüm :)
Bir şekilde kendimi mutlu edecek alan yaratmalıydım ama nasıl? Evrene yolladık ya isteği hoop yanı başımızda. Birkaç gün sonra sevgili hocalarımızdan biri yoga sınıfı açılacağını, cardio derslerinden sonra yoga yapmamızın iyi olacağını belirtti. Tamam dedim, ne zamandır istiyordum yoga ile tanışmak. Bu cardio eziyeti üzerine bi yoga yapar rahatlarım. Ödülüm olur hiç değilse.
Buraya kadar her şey iyi gidiyor. Geldik büyük güne. Heyecan içinde derse girdik. Fonda cıstak bir müzik, yerde mat’lar, beyazlar içinde asık suratlı (ki hiç çekemem) bir yoga eğitmeni. Bizi asker iştiması gibi yüksek ses volümüyle, sen şuraya-sen buraya diye yönlendirip derse hızlı ve etkili! bir giriş yaptı. Ama ben hiç böyle hayal etmemiştim ki! En azından huzurlu hissetme potansiyeli taşır diye umud ediyordum. O kadar araştırmıştım başlamadan.
Başıma gelenlere dua edeceğim dakikalar yakındı. Müziğin ritmi neyse ki biraz düşmüş, bir gözümüzle hocayı takip edip, bir yandan da hocanın ikazıyla gözümüz kapalı duruşları yapmaya çalışarak maymuna dönmeye başlamıştık. Fitness dersinde bu kadar helak olmuyordum ben.
Sonradan adlarını öğrendiğim “en zorlayıcı” duruşları denemeye çabalayarak, ilk dersi mutlulukla! bitirdik. Eve gittiğimde hiçbir yerim tutmuyor, belimden ikiye ayrılacak gibi hissediyordum.
E, siz olsanız bir daha o derse girer miydiniz? Bende öyle yaptım, arayarak sonsuz teşekkürlerimi ve merkeze artık devam etmeyeceğimi bildirdim. Bu kadar zorlama deneyim yeterdi...
Artık benim kafamda oluşturulan yoga deneyimi böyleydi. Üstelik hiç meditatif bir yanı da yoktu. Ama yılmadım, umudumu yitirmedim :) Bu algı oluşturulmuş olsa da, o kadar insan yoga’yı bambaşka anlatıyorken bende doğrusunu bulacaktım. Yeni bir sipariş postaladık evren’e. Bu defa o kadar hızlı olmadı gelişi. Üzerinden 3-4 yıl geçti, bir “tesadüf” sonucu katılmak istediğim bir atölye çalışması yoga merkezinde olacaktı.
MİRA’da Yoga ve mutlu ben :)
Bu atölye çalışmasının detaylarına girmeyeceğim tabii ama şunu belirtmeliyim ki “tesadüf”lere inanmam ben. Her şey o kadar güzel işliyor ki bu kusursuz evren’de. Çalışmaya gidip-gelirken Mira’nın tatlı sahibesi Sevgili Hatice ile sohbetlerimiz oldu. Hayat hakkında, yoga hakkında. Zaten bir tanısanız Hatice’yi, karşılaştığınız ilk anda kendinizde nasıl bir huzur hissettiğinize şaşarsınız. Kolay yakalanmaz insanlardan alacağınız bu his, bu enerji. Özeldir, güzeldir. Ben daha ilk anda sevdim hem Mira’yı, hem tatlı sahibesini. Çalışma sürecinde sık sık beni misafir öğrenci olarak yoga derslerine de davet ediyordu Hatice’ciğim. Bende birgün karar verdim ve ilk “gerçek” yoga dersine girdim.
Bir kere şunu belirtmeliyim Mira’ya adımınızı atar atmaz kendinizi tatile gelmişte, derin bir nefes alarak rahatlamış gibi hissediyorsunuz. Öyle bir enerjisi var ki sizi sarıp, sarmalayan. Yüzünüze de tatlı bir gülümseme yerleştiriyor. “Cennet’e mi düştüm ne”, diye soruyorsunuz kendinize. Ortam muhteşem, yoga hocamız muhteşem, tütsülerin ve mumların verdiği mistik hava, fonda kendinizi harika hissettiren mantralar… Herşey rüya gibi… Daha başlamadık bile derse :)
İşte, bulmuştum “doğru” yerimi…
İlk ders, ikinci ders ve dersler, dersler… Aylarca devam ediyor hale gelmiştim yoga’ya. Doğru nefes almayı deneyimlerken, nefesin dönüştürücü ve dengeleyici etkisini keşfederken, Hatice’ciğimin grup üyelerinin durumuna ve aşamasına göre belirlediği duruşlar ile bedenimi esnetiyor, rahatlatıyor ve güçlendiriyordum. Yaptığımız meditasyonlarla kendimi çok daha fazla sevmeye, olduğum gibi kabul etmeye başlamıştım. Bende çok şey değişiyordu.
Yazılarımdan artık alışmaya başlamışsınızdır, hayatı sorgulayan, değişime direnmeyen, inandığı gibi yaşamaya çalışan biri olduğumu. Yine o sorgulama döneminde hayatım için son derece ciddi kararlar aldım ve hayatımı bambaşka bir düzleme taşıdım.
Bu karar kolay bir karar değildi, uygulaması da öyle. Ama siz inandığınız şeyi yapmaya başladığınızda destekleniyorsunuz… İşte bu dönemde yoga bana inanılmaz destek oldu.
Kuşku ve endişelerimin tavan yaptığı an’larda beni yeniden dengeye getirdi. Bana yeniden gücümü hatırlattı. Ve ben bu süreci tahminimden çok daha kolay yaşadığımı farkettim.
Kendime inancım, hayata inancım ve güvenim artmıştı. İşte yoga buydu...
Benim yoga’m, benim Mira’m… ” İyi ki varsınız” demek hafif kalıyor hislerim karşısında… Seviyorum sizi :)
Şu ara eğitimlerimden dolayı kısa bir kesintiye uğradı yoga derslerim ama en kısa zamanda yeniden ruhumun ait olduğu yere, mira’ya koşacağım.
Sizde Mira ile, Yoga’nın güzelliği ile tanışmak isterseniz; 0.532.478 82 87’den Sevgili sahibesi Hatice’ye ulaşabilirsiniz.
Adres ise;
Hamiyet Yüceses Sok. Aslanoğlu Apt. A Blok No:31/6
SUADİYE - İSTANBUL
Birde nefis bloğunu BURADAN takip etmeyi unutmayın, olur mu :)
Hulya
Bir arkadaşıma uyup (neden bilinmez) şu popüler ve modern tasarımlarının gözümüze sokulduğu spor salonlarından birine kayıt olmuştum. Kilo verme umuduyla hiçte sevmediğim cardio ve fitness derslerine girecektik.
Hayır spor severim, sporla derdi olan biri değilim. Hareketi de severim. Atın beni açık alana, bisiklet süreyim, voleybol-basketbol-tenis oynayayım benden mutlusu yok. E, o zaman derdin neydi de gittin bir merkeze üye oldun dimi? Başta da söylediğim gibi bilmiyorum.
Kapalı alan fobim falan da yok ama anlamsız ve zevksiz geliyor bana bu “mecburi ve rutin” aktivite. Bir insan sevmediği bir şeyi yapmaya çalışarak kendine nasıl eziyet eder yaşayıp gördüm :)
Bir şekilde kendimi mutlu edecek alan yaratmalıydım ama nasıl? Evrene yolladık ya isteği hoop yanı başımızda. Birkaç gün sonra sevgili hocalarımızdan biri yoga sınıfı açılacağını, cardio derslerinden sonra yoga yapmamızın iyi olacağını belirtti. Tamam dedim, ne zamandır istiyordum yoga ile tanışmak. Bu cardio eziyeti üzerine bi yoga yapar rahatlarım. Ödülüm olur hiç değilse.
Buraya kadar her şey iyi gidiyor. Geldik büyük güne. Heyecan içinde derse girdik. Fonda cıstak bir müzik, yerde mat’lar, beyazlar içinde asık suratlı (ki hiç çekemem) bir yoga eğitmeni. Bizi asker iştiması gibi yüksek ses volümüyle, sen şuraya-sen buraya diye yönlendirip derse hızlı ve etkili! bir giriş yaptı. Ama ben hiç böyle hayal etmemiştim ki! En azından huzurlu hissetme potansiyeli taşır diye umud ediyordum. O kadar araştırmıştım başlamadan.
Başıma gelenlere dua edeceğim dakikalar yakındı. Müziğin ritmi neyse ki biraz düşmüş, bir gözümüzle hocayı takip edip, bir yandan da hocanın ikazıyla gözümüz kapalı duruşları yapmaya çalışarak maymuna dönmeye başlamıştık. Fitness dersinde bu kadar helak olmuyordum ben.
Sonradan adlarını öğrendiğim “en zorlayıcı” duruşları denemeye çabalayarak, ilk dersi mutlulukla! bitirdik. Eve gittiğimde hiçbir yerim tutmuyor, belimden ikiye ayrılacak gibi hissediyordum.
E, siz olsanız bir daha o derse girer miydiniz? Bende öyle yaptım, arayarak sonsuz teşekkürlerimi ve merkeze artık devam etmeyeceğimi bildirdim. Bu kadar zorlama deneyim yeterdi...
Artık benim kafamda oluşturulan yoga deneyimi böyleydi. Üstelik hiç meditatif bir yanı da yoktu. Ama yılmadım, umudumu yitirmedim :) Bu algı oluşturulmuş olsa da, o kadar insan yoga’yı bambaşka anlatıyorken bende doğrusunu bulacaktım. Yeni bir sipariş postaladık evren’e. Bu defa o kadar hızlı olmadı gelişi. Üzerinden 3-4 yıl geçti, bir “tesadüf” sonucu katılmak istediğim bir atölye çalışması yoga merkezinde olacaktı.
MİRA’da Yoga ve mutlu ben :)
Bu atölye çalışmasının detaylarına girmeyeceğim tabii ama şunu belirtmeliyim ki “tesadüf”lere inanmam ben. Her şey o kadar güzel işliyor ki bu kusursuz evren’de. Çalışmaya gidip-gelirken Mira’nın tatlı sahibesi Sevgili Hatice ile sohbetlerimiz oldu. Hayat hakkında, yoga hakkında. Zaten bir tanısanız Hatice’yi, karşılaştığınız ilk anda kendinizde nasıl bir huzur hissettiğinize şaşarsınız. Kolay yakalanmaz insanlardan alacağınız bu his, bu enerji. Özeldir, güzeldir. Ben daha ilk anda sevdim hem Mira’yı, hem tatlı sahibesini. Çalışma sürecinde sık sık beni misafir öğrenci olarak yoga derslerine de davet ediyordu Hatice’ciğim. Bende birgün karar verdim ve ilk “gerçek” yoga dersine girdim.
Bir kere şunu belirtmeliyim Mira’ya adımınızı atar atmaz kendinizi tatile gelmişte, derin bir nefes alarak rahatlamış gibi hissediyorsunuz. Öyle bir enerjisi var ki sizi sarıp, sarmalayan. Yüzünüze de tatlı bir gülümseme yerleştiriyor. “Cennet’e mi düştüm ne”, diye soruyorsunuz kendinize. Ortam muhteşem, yoga hocamız muhteşem, tütsülerin ve mumların verdiği mistik hava, fonda kendinizi harika hissettiren mantralar… Herşey rüya gibi… Daha başlamadık bile derse :)
İşte, bulmuştum “doğru” yerimi…
İlk ders, ikinci ders ve dersler, dersler… Aylarca devam ediyor hale gelmiştim yoga’ya. Doğru nefes almayı deneyimlerken, nefesin dönüştürücü ve dengeleyici etkisini keşfederken, Hatice’ciğimin grup üyelerinin durumuna ve aşamasına göre belirlediği duruşlar ile bedenimi esnetiyor, rahatlatıyor ve güçlendiriyordum. Yaptığımız meditasyonlarla kendimi çok daha fazla sevmeye, olduğum gibi kabul etmeye başlamıştım. Bende çok şey değişiyordu.
Yazılarımdan artık alışmaya başlamışsınızdır, hayatı sorgulayan, değişime direnmeyen, inandığı gibi yaşamaya çalışan biri olduğumu. Yine o sorgulama döneminde hayatım için son derece ciddi kararlar aldım ve hayatımı bambaşka bir düzleme taşıdım.
Bu karar kolay bir karar değildi, uygulaması da öyle. Ama siz inandığınız şeyi yapmaya başladığınızda destekleniyorsunuz… İşte bu dönemde yoga bana inanılmaz destek oldu.
Kuşku ve endişelerimin tavan yaptığı an’larda beni yeniden dengeye getirdi. Bana yeniden gücümü hatırlattı. Ve ben bu süreci tahminimden çok daha kolay yaşadığımı farkettim.
Kendime inancım, hayata inancım ve güvenim artmıştı. İşte yoga buydu...
Benim yoga’m, benim Mira’m… ” İyi ki varsınız” demek hafif kalıyor hislerim karşısında… Seviyorum sizi :)
Şu ara eğitimlerimden dolayı kısa bir kesintiye uğradı yoga derslerim ama en kısa zamanda yeniden ruhumun ait olduğu yere, mira’ya koşacağım.
Sizde Mira ile, Yoga’nın güzelliği ile tanışmak isterseniz; 0.532.478 82 87’den Sevgili sahibesi Hatice’ye ulaşabilirsiniz.
Adres ise;
Hamiyet Yüceses Sok. Aslanoğlu Apt. A Blok No:31/6
SUADİYE - İSTANBUL
Birde nefis bloğunu BURADAN takip etmeyi unutmayın, olur mu :)
Hulya