Çakralarımızdan, enerji bedenimizden, neden çakra dengeleme ve şifalandırma çalışmaları yaptığımızdan konuştuk.
Yazı Evi'nin hınzır ve sevimli olduğu kadar başarılı muhabiri İlhami, dün akşama dair gözlemlerini paylaşmış..:) Ben okurken çok keyif aldım, sizler de okumak isterseniz; buradan ilgili makaleye ulaşabilirsiniz... Konuya böyle pat diye girdik ama konu detaylarını da bu nokta da yazmamak olmaz..:) Hadi bakalım mı çakra neymiş, ne yer - ne içermiş..:)
Şimdi efenim çakra bildiğiniz üzere (ya da şimdi öğreneceğiniz üzere :) ) sanskritçe tekerlek anlamına gelir. Fiziksel bedenimizde ki enerji merkezlerimizdir kendileri. Her bir çakranın ayrı bir görevi, konusu vardır. Bununla ilgili epey uzun bir bilgilendirme yazısı web sitemde bulabilirsiniz. 7 ana çakramız ve ilgili konularını ise şöyle özetleyebilirim...
Kök Çakra / Rengi Kırmızı / Konusu Güven
Dengeli çalıştığında kendimizi güvende ve korunuyor hissederiz. Toprakla, yaşamla bağlantımız güçlü olur.
Sakral Çakra / Rengi Turuncu/ Konusu Yaratıcılık
Dengeli çalıştığında yaratıcılığımızın idrakinde, hayatımızı sevgi dolu yaratırız.
Solar Pleksus Çakra / Rengi Sarı / Konusu Kimlik
Dengeli çalıştığında gücümüzü sevgiyle kabul ettiğimiz ve gücümüzü sevgiyle kullandığımız bir bilinçte yaşarız.
Kalp Çakrası / Rengi Yeşil / Konusu Koşulşuz Sevgi
Dengeli çalıştığında koşulsuz olarak sevildiğimizi hisseder, ilişkilerimizde ve hayatımızda koşulsuz sevgi ile yaşarız.
Boğaz Çakrası / Rengi Açık Mavi / Konusu İletişim ve Kendini İfade
Dengeli çalıştığında kendimizi rahat ve sevgi dolu ifade ettiğimiz, sağlıklı iletişim kurabildiğimizi hissederiz.
Üçüncü Göz Çakrası / Rengi Koyu Mavi / Konusu Sezgiler ve İlham
Dengeli çalıştığında iç sesimiz, sezgilerimiz çok daha güçlüdür ve kendi yolumuzda rehberlikler alabiliriz.
Tepe Çakrası / Rengi Mor / Konusu Gerçeklik ve Kaynakla Bağlantı
Dengeli çalıştığında birlik duygusunu hisseder ve yaşarız. Kaynakla bağlantımız güçlü olur.
Şimdi; hayatımıza baktığımızda, bu alanlardan herhangi birinde zorlanma, akışta olamama gibi sıkıntılar yaşıyor isek bu bize çakra dengeleme ve şifalandırma çalışmaları yapmamız hakkında fikir verebilir. Çakra dengelemenin çeşitli yolları ve yöntemleri mevcut. Reiki ile, Gümüş Mor Alev ile, olumlamalar ile, vs.. birçok farklı yöntemle dengeleme yapmanız mümkün. Biz ise dün akşam çakra meditasyonu ile bunu uyguladık. Her hafta Yazı Evi'nde tekrarını yapmaya karar verdik.. Sizi de bekleriz..:)
Deeksha İlahi Dokunuş Enerjisi
Biraz da meditasyon sonrası aktarımını yaptığım Deeksha, diğer adıyla İlahi Dokunuş Enerjisi'nden bahsedeyim.. Deeksha Enerjisi beynin her iki lobunu da aktive ederek, beyinde nörobiyolojik bir dönüşüm yaratır. ilk 6 yaşta aktif olan ve sonrasında aktivitesini en aza indirdiğimiz, beyindeki frontal lobumuza da etki ederek an'da yaşama potansiyelimizi gerçekleştirir. Beyinde ki bu dönüşüm ise, zihnin gereksiz cızırtılarını-gereksiz ve bitmeyen iç sesleri azaltarak dinginlik ve huzur sağlar. Aynı zamanda bu enerji aktarımı sırasında, kendinizle ilgili bir niyette bulunuyorsunuz ve kaynakla niyetiniz arasında bir enerji yaratılıyor.. Bu aktarım sonrasında niyetlerin çok kısa sürede gerçekleştiği deneyimlenmiştir.. Elbette bireyin ve bütünün en yüksek hayrına...
Meditasyon ve enerji çalışmalarının en büyük yararı, sizin yüksek bilinçte yaşamanızı desteklemesidir. Yüksek Bilinç hayırlıdır, destekleyicidir, yaratıcıdır, yapıcıdır. Düşük Bilinç ise yıkıcı, zorlayıcı ve tekrarlayıcıdır. Biz ya birlik halinde ya da çatışma halinde yaşamayı deneyimliyoruz. Birlik hali bedeninize, ruhunuza ve zihninize iyileşme getirir.
Burada sizin seçiminiz devreye girer, siz hangi bilinç düzeyinde yaşamayı ve hayatı deneyimlemeyi seçiyorsunuz? Sevdiğim sözlerden biridir; " Tırtıl, kelebek olmadan önce koza oluşturur. Sürece ihtiyaç duyar... "Siz bugün kozanızı nasıl oluşturuyorsunuz?
Dengeli çalıştığında iç sesimiz, sezgilerimiz çok daha güçlüdür ve kendi yolumuzda rehberlikler alabiliriz.
Tepe Çakrası / Rengi Mor / Konusu Gerçeklik ve Kaynakla Bağlantı
Dengeli çalıştığında birlik duygusunu hisseder ve yaşarız. Kaynakla bağlantımız güçlü olur.
Şimdi; hayatımıza baktığımızda, bu alanlardan herhangi birinde zorlanma, akışta olamama gibi sıkıntılar yaşıyor isek bu bize çakra dengeleme ve şifalandırma çalışmaları yapmamız hakkında fikir verebilir. Çakra dengelemenin çeşitli yolları ve yöntemleri mevcut. Reiki ile, Gümüş Mor Alev ile, olumlamalar ile, vs.. birçok farklı yöntemle dengeleme yapmanız mümkün. Biz ise dün akşam çakra meditasyonu ile bunu uyguladık. Her hafta Yazı Evi'nde tekrarını yapmaya karar verdik.. Sizi de bekleriz..:)
Deeksha İlahi Dokunuş Enerjisi
Biraz da meditasyon sonrası aktarımını yaptığım Deeksha, diğer adıyla İlahi Dokunuş Enerjisi'nden bahsedeyim.. Deeksha Enerjisi beynin her iki lobunu da aktive ederek, beyinde nörobiyolojik bir dönüşüm yaratır. ilk 6 yaşta aktif olan ve sonrasında aktivitesini en aza indirdiğimiz, beyindeki frontal lobumuza da etki ederek an'da yaşama potansiyelimizi gerçekleştirir. Beyinde ki bu dönüşüm ise, zihnin gereksiz cızırtılarını-gereksiz ve bitmeyen iç sesleri azaltarak dinginlik ve huzur sağlar. Aynı zamanda bu enerji aktarımı sırasında, kendinizle ilgili bir niyette bulunuyorsunuz ve kaynakla niyetiniz arasında bir enerji yaratılıyor.. Bu aktarım sonrasında niyetlerin çok kısa sürede gerçekleştiği deneyimlenmiştir.. Elbette bireyin ve bütünün en yüksek hayrına...
Meditasyon ve enerji çalışmalarının en büyük yararı, sizin yüksek bilinçte yaşamanızı desteklemesidir. Yüksek Bilinç hayırlıdır, destekleyicidir, yaratıcıdır, yapıcıdır. Düşük Bilinç ise yıkıcı, zorlayıcı ve tekrarlayıcıdır. Biz ya birlik halinde ya da çatışma halinde yaşamayı deneyimliyoruz. Birlik hali bedeninize, ruhunuza ve zihninize iyileşme getirir.
Burada sizin seçiminiz devreye girer, siz hangi bilinç düzeyinde yaşamayı ve hayatı deneyimlemeyi seçiyorsunuz? Sevdiğim sözlerden biridir; " Tırtıl, kelebek olmadan önce koza oluşturur. Sürece ihtiyaç duyar... "Siz bugün kozanızı nasıl oluşturuyorsunuz?
Mutlu Olmak İçin...
1- Daima haklı olmak ihtiyacınızdan VAZGEÇİN…
2- Kontrol etme ihtiyacınızdan VAZGEÇİN…
3- Başkalarını suçlamaktan VAZGEÇİN…
4- Kendinizi suçlamaktan VAZGEÇİN…
5- Sizi sınırlayan inançlardan VAZGEÇİN…
6- Şikayet etmekten VAZGEÇİN…
7- Eleştiri ihtiyacınızdan VAZGEÇİN…
8- Başkalarını etkilemek ihtiyacınızdan VAZGEÇİN…
9- Değişime direnmekten VAZGEÇİN…
10- Etiketlerden VAZGEÇİN…
11- Korkularınızdan VAZGEÇİN…
12- Mazeretlerinizden VAZGEÇİN…
13- Geçmişinizden ! VAZGEÇİN…
14- Bağımlılıktan VAZGEÇİN…
15- Başkalarının sizden beklentilerine göre yaşamaktan kesinlikle VAZGEÇİN……
Düşünüyorum da,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler,
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi...
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz...
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem,
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahız biriyle göz göze gelince...
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak...
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu...
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek...
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi...
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi, Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi...
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım...
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor...
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten...
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi......
Tagore
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek...
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler,
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi...
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz...
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem,
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahız biriyle göz göze gelince...
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak...
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu...
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek...
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi...
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi, Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi...
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım...
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor...
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten...
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi......
Tagore
Yaşama sembolik bakmak hem çok eğlenceli hem de farkındalık yaratan bir yoldur.
Sizi rahatlatır, enerjinizi dengeler. Şimdi mevsim dönümünde gelin basit uygulamalarla biraz daha rahatlayalım. Hem bedensel hem enerjisel olarak.
Aslında ihtiyacımız olmayan ne çok şeyi tuttuğumuzu ve sembolik baktığımızda hayatta tutunarak mı yoksa özgürce mi yaşadığımızı görebileceğimiz bir yazı.Keyifli okumalar ve uygulamalar ;)
Dip Not; Okuduktan sonra, iyi de Hülya “atın” demekle atılmıyor dediğiniz maddeler varsa yazın bir kağıda liste halinde. Yakın o kağıdı bir güzel. Sonra da üfleyin rüzgara, hele birde poyrazsa :) uçsun gitsin uzaklara. Sonra derin bir nefes alın ve bakın neler oluyor yaşamınızda ;)
Demedi demeyin…
2.Dip Not; Benimde gönüllü üyesi olduğum Umut Treni Yardımlaşma ve Dayanışma derneğine buradan ya da buradan ulaşarak, kullanılabilir durumda ki her türlü fazla eşyanızı böyle de değerlendirebilirsiniz.
Sevgilerimle,
Hulya
Başlıyoruz :)
Yazmayan kalemleri,Sayfası bitmiş defterleri,
Kulpu kırık fincanları,
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu :)
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri,
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi,
Dibi kararmış tencereyi,
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları,
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz
fotoğrafı,
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın…!
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte..!
Takılıp kaldığınız o günü,
Düşünüp durduğunuz o lafı,
Atın…!
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü,
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’,
Atın…!
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini,
Kestiğiniz eski gazete küpürünü,
İçinizi kemiren o ukteyi,
Atın…!
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün,
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi :)
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini,
Depodaki koşu bandını,
Atın…!
Cevabı olmayan soruları,
Kaçırdığınız fırsatları,
Atıldığınız işleri,
Beceremediğiniz ilişkileri,
Hayatınıza uygulayamadığınız öğretileri,
Atın…!
Arkanızdan konuşanları,
Önünüzü kapayanları,
Alamadığınız terfiyi,
Oturamadığınız evi,
‘Şimdiki aklım olsa’ları,
Aldığınız en kötü karneyi,
Hatta en iyi karneyi,
Çalışmayan saatleri,
İşe yaramayan fikirleri,
Kaçan trenleri,
Zamansız yaşlandıran dertleri,
‘O gün’ olanları,
Halının altına süpürdüklerinizi,
Dolabın dibine iteklediklerinizi,
VE YAŞANMIŞ, BİTMİŞ, SİZİ ÜZEN VE YORAN ESKİ İLİŞKİLERİNİZİ,
ATIN YAŞAMIN ÇÖP KUTUSUNA...!
ŞİMDİ YENİ BAŞLANGIÇLAR ZAMANI…
AŞK'LA... SEVGİYLE...
“Alıntı”
Kadının davası şimdi her zamankinden daha da fazla, İNSANLIĞIN davasıdır.
Zayıfmış gibi davranmaktan yorulan her güçlü kadına karşı,
Güçlüymüş gibi davranmaktan yorulmuş, zayıf bir erkek vardır.Aptal taklidi yapmaktan sıkılmış her kadına karşı,
Aklın sesi gibi davranmak zorunda olmaktan sıkılmış bir erkek vardır.Duygusal diye etiketlenmekten bıkmış her kadına karşı,
Ağlama ve hassas olma hakkı elinden alınmış bir erkek vardır.Dişiliği sorgulanan her kadın sporcuya karşı,
Erkekliğini kanıtlayabilmek için rekabet etmek zorunda bırakılmış bir erkek vardır.
Bir seks objesi olarak görülmekten bunalmış her kadına karşı,
Cinsel performansından kaygı duyan bir erkek vardır.İnsanca bir gelire sahip olmayan her kadına karşı,
Bir başka insanın geçimini karşılama sorumluluğunu yüklenmiş bir erkek vardır."Araba tamirinin incelikleri"nden bi haber her kadına karşı,
"Yumurta haşlamayı" bile bilmeyen bir erkek vardır.
Özgürlüğüne adım atan her kadına karşı,
Hürriyete giden yolu yeniden keşfeden bir erkek vardır.
İnsan ırkı iki kanatlı bir kuştur:
Bir kanadı kadınlar, diğeri erkekler.
Ve her iki kanat da eşit düzeyde gelişmedikçe, İnsan ırkı uçamayacaktır.
Kadının davası şimdi, her zamankinden daha da fazla, insanlığın davasıdır.
“B. Boutros Ghali” Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri
Kaderini sev..
Varsa kederini de sev...
Üzülme hastalıklarına,
Gör, hangi günahlarına kefaret olacak...
Terk edildin diye de üzülme,
Demek ki sevebilecek bir yüreğin var...
Geçmişi unut, hiç yaşanmamış gibi davran..
Buluttan nem kapma...
Döküver kirpiklerinden sonbaharı,
Bir gün ama bir gün MUTLU tebessümlerle kol kola gireceksin...
Koklayacaksın yağmur sonrası toprakları,
Yükleyeceksin ruhunu kelebek kanadına...
Uçacaksın semalara sevdiklerinle CAN...
Kim demiş ebemkuşağı yedi renk..?
Bakmakla görmek arasındaki farkı çözdüğünde..
Anlayacaksın ne demek istediğimi.....
“Mevlana Celaleddin-i Rumi”
Varsa kederini de sev...
Üzülme hastalıklarına,
Gör, hangi günahlarına kefaret olacak...
Terk edildin diye de üzülme,
Demek ki sevebilecek bir yüreğin var...
Geçmişi unut, hiç yaşanmamış gibi davran..
Buluttan nem kapma...
Döküver kirpiklerinden sonbaharı,
Bir gün ama bir gün MUTLU tebessümlerle kol kola gireceksin...
Koklayacaksın yağmur sonrası toprakları,
Yükleyeceksin ruhunu kelebek kanadına...
Uçacaksın semalara sevdiklerinle CAN...
Kim demiş ebemkuşağı yedi renk..?
Bakmakla görmek arasındaki farkı çözdüğünde..
Anlayacaksın ne demek istediğimi.....
“Mevlana Celaleddin-i Rumi”
Bir kişi HERŞEYİ bir an’da değiştirebilir. O kişi belki de SİZSİNİZ..!
Yüzüncü maymun Fenomeni..!
Ken Keyes Jr.'ın anlatımıyla dünya 'eylemcilerinin' belleğine giren 'Yüzüncü maymun' fenomeni, Pasifik Okyanusu'ndaki irili ufaklı adalarda yapılan gözlem deneylerini anlatıyor.
Anlatıma göre, "Macaca Fuscata" türü Japon maymunlarının yaşadığı adalardan Koshima Adası'nda 1952'de bilim insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlar.
Maymunlar tatlı patatesin tadından hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç hoşlarına gitmiyor. Başlangıçta patatesleri kumlu kumlu yiyorlar.
Bir gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun, soruna çözüm buluyor. İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl ediyor. Bu buluşunu önce annesine sonra arkadaşlarına gösteriyor. Bir grup maymun patatesleri yıkayarak yemeye başlıyor. Bu yeni davranış biçimi, yavaş yavaş maymunlar arasinda yayılıyor.
1952 ve 1958 yılları arasında genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğreniyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar da kazanıyor. Yeniliklere açık olmayan yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ediyor.
1958'in sonbaharında Koshima maymunlarının bir kısmı (diyelim ki 99 maymun) artık patateslerini suda yıkayarak yemeyi öğrenmiş oluyor.
Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki tüm maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyor. Yüzüncü maymunun ilave enerjisi her nedense devrim yaratıyor!
Bilim insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, BU ADA İLE DOĞRUDAN BİR İLİŞKİLERİ OLMADIĞI HALDE, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkamaya başlamaları..!
Yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihine aktarılabiliyor.
Değerinizin farkında mısınız..?
“Alıntı”
"Gül, insanoğlu onu böyle adlandırdığı için güldür;
insan olmasaydı, bir enerji kasırgası şeklinden başka birşey olmayacaktı."
Evreni algılayısımız, büyük ölcüde bilim dünyasinin bakış açısından etkilenir. Bilim dünyası sayesinde, her şeyin katı ve ayrı göründüğü bir dünya kavramından her şeyin akışkan ve birbiriyle bağlantılı olduğu, çok daha kapsamlı bir dünya kavramına geçtik. Bu evrimi anlamak için, enerjinin küçük hikâyesini keşfetmemiz gerekir. Dünyamızın katı cisimlerden oluştuğunu ilke alan ilk teori esas olarak Isaac Newton vearkadaşları tarafından XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ileri sürülmüştür.
Newton yasaları, doğadaki fiziksel olayların bir sebebinin olduğunu ve zamanla uzayın sonsuzluğunu tartışmasız olarak kabul ederler. Örneğin, iki bilardo topunun çarpışması tüm fiziksel tepkilerin fiziksel bir neden iolduğunu ileri süren bu teoriyle açıklanabilir. Esas olarak günlük yaşantımız da, bu mekanik Nevvton yasalarını temel alır. Elektrik tesisatımız dışında, evimizdeki her şey, büyük ölçüde Newton yasalarına uyar. Zamanı doğrusal olarak yansıtan, üzerine tüm yaşantımızı kurduğumuz saatlerimiz vardır. Zamanında bir yerlere yetişmek için robotlar gibi, sabahtan akşama kadar koşturuyorsak, bu noktada yaşam tarzımızın mekanik olduğunu kabul etmek daha kolaydır. Sonsuzluk karşısında, yaşadıklarımızın büyük bir bölümünü tarafsız olarak ifade edebilmek için, üç boyutlu uzay-zaman kavramına başvururuz.
Olayları bu şekilde görmek, dünyayı, açık ve değiştirilemez kurallarla yönetilen, durağan ve katı bir kütle olarak görmeyi tercih edenlerimiz için destekleyici olabilir. Bu koşullar altında, devamlı evrim halinde bulunan içimizdeki insani deneyimleri önemsememek, hatta unutmak da çok kolaydır.
HER ŞEY BIRBIRIYLE BAĞLANTILIDIR
1905'te Albert Einstein, bütün Newton yasalarını yıkan ünlü izafiyet teorisini açıkladı. Bu teoriye göre, uzay üç boyutlu değildir. Zaman da uzaydan ayrı bir kavram değildir. Uzay ve zaman, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve dört boyutlu bir evreni oluştururlar. Bu durumda, Einstein'a göre, zaman doğrusal değil, görecelidir. Zaman ve uzay, bir doğa olayının oluşması için belirlenmişki elemandan başka bir şey değildir.
"Gül, insanoğlu onu böyle adlandırdığı için güldür;
insan olmasaydı, bir enerji kasırgası şeklinden başka birşey olmayacaktı."
E. H. Shattuh
Uzay ve zamanın göreceliği teorisi, bize sonsuz olanaklarla dolu bir dünyanın kapılarını açar. Şimdiye kadar çözülmemiş sayısız soruyu yanıtlar. Örneğin, önceki yaşamlarımızı algılama kapasitesini veya gerçekleşebilecek olayları "görme"yi (önsezi) açıklamak için bu doğrusal olmayan zaman kavramına başvururuz. Kimi zaman bir olayolmadan önce, bunu "önceden hissedip", ardından da bu olayın gerçekleşmesine tanık olmadınız mı? Ya da uyurken rüyanızda yoğun bir şekilde yaşadığınızı gördüğünüz birolayın gerçekliğine, uyandıktan sonra dahi inanmadınız mı? Incil'de buna benzer"önceden görmeler", "ermişlerin gizli şeyleri görme" olaylarından bahseden çok sayıda örnek yer alır. "Dejavu" da aynı şekilde, doğrusal olmayan zaman kavramından ilerigelir.
"Alıntı"
Kadın olmak çok özeldir. Bunu duymaya alıştığınız klişe cümlelerden biri olarak değil, hissederek anlamaya çalışın. Gözlerinizi kapatın birkaç dakika.. Durun.. Ve bırakın kalbinizde ki kadın konuşsun sizinle…
Bu ses anneniz, sevgiliniz ya da eşiniz olabilir. Kim olduğu önemli değil aslında, siz ne söylediğini duyabiliyor musunuz? Onu hissedebiliyor musunuz?
Hadi tıklayın video'ya.. Müzik eşlik etsin kalbinizin şarkısına...
Bazen çok yüksek çıkar bir kadının sesi. Bir çığlık gibi. Bazen ise sonsuz bir sessizliktir kayboluşu.
Her sesi, kendini her duyurmaya çalışması SEVGİ’dendir. Size sevgi’yi göstermeye çalışmaktandır.
Kadın öyle naif, öyle masum, öyle kutsaldır ki, onun gösterdiği yol ancak ve ancak kalbin yoludur. Siz teslimiyet içerisinde o yola girdiğinizde ve olan her ne ise büyük bir sabırla kabule geçtiğinizde sizi mucizeler ve güzellikler bekliyor olacaktır. Oysa akıl oyunlarıyla, hesap-kitaplarla büyüyü bozsanız bile kadın o oyunda da büyük bir zevkle sizinle olacaktır. Ta ki her şeyi bırakıp, sahteliğin gereksizliğini anlayıp yine siz “o yola” girene kadar.
Hırslarla, kaosla, kavga ve gürültü ile dolu dünya’yı yine kadının o büyük sevgisi, şevkati şifalandıracaktır. Kendi bütünlüğünü keşfetmiş, dengede her kadın ayrı bir dünya’dır. Bir masal kahramanıdır her kadın.. Sizin masalınızın kahramanı...
Kalbi ne kadar kırılırsa kırılsın, karşısında ki insan yaptıklarını ne kadar hak etmezse etmesin o yine de sever. Görevi biter, gider! ama yine de sever. Paramparça olsa da yaptıklarınızla, size koşulsuz sevmeyi öğretir ve gider...
Kendini iyileştirmeyi bilir bir kadın. Düşmeyi, kalkmayı, yeniden başlamayı iyi bilir...
Kırılgan ve nazik görüntüsünün ardında öyle bir güce sahiptir ki kadın. Bunu gerçekten bakan ve gören gözler hissedecektir. Bir erkeğin, belki de hiçbir zaman göze almaya cesaret edemediği şeyleri büyük bir güvenle kotarır bir kadın. Gücünün ve kendinin farkında olan her kadın.
Kadının gücünden ve sevgisinin büyüklüğünden korkan standart bir erkek, panikleyerek kendini sabote etmek için elinden geleni yapacaktır. Buna gerek olmadığını gün gelir anlar erkek. Bazen zamanında, bazen de çok geç.. Ama sonunda anlar…
Şimdi..
Eğer hayatınızda bir kadın varsa, gidip ona kocaman sarılın lütfen… Var olduğu, sizinle olduğu için teşekkür edin ona… Ve unutmayın, şifanız o kadının sihirli yüreğiyle gerçekleşecek… Kalbiniz o kadının sihirli dokunuşlarıyla huzur bulacak… Sarılın ve bu defa minnettar olun…..
Sevgilerimle,
Hülya
Sizin için seçtiğim şarkı; Bryan Adams’dan “Have You Ever Really” …
Bir kadını gerçekten sevmek için,
Onu anlamak için,
Ruhunun derinliklerini bilmelisin..
Tüm düşüncelerini duymalı,
Tüm hayallerini görmeli,
Ve uçmak istediğinde ona kanatlar vermelisin…
Sonra kendini çaresizce onun kollarında yatarken bulduğunda,
Bilirsin ki gerçekten bir kadını seviyorsun..!
Bir kadını sevdiğinde ona gerçekten istendiğini söyle.
Bir kadını sevdiğinde ona biricik olduğunu söyle.
Çünkü bunun sonsuza dek süreceğini söyleyecek birine ihtiyacı var.
Öyleyse söyle bana hiç gerçekten, gerçekten ama gerçekten bir kadını SEVDİN mi?
Bir kadını gerçekten sevmek için,
Sana sarılmasına izin ver,
Onun dokunulmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu anlayana kadar,
Onu solumalısın, onu gerçekten tatmalısın.
Onu kanında hissedene kadar.
Ve doğmamış çocuklarınızı onun gözlerinde gördüğünde,
Bilirsin ki gerçekten bir kadını seviyorsun……………
Ona inanç vermelisin,
Onu sıkıca sarmalısın.
Birazcık hassasiyet,
Ona iyi davranmalısın.
Hep yanında olacak,
Sana iyi bakacak.
Kadınını gerçekten sevmelisin………….