"Gül, insanoğlu onu böyle adlandırdığı için güldür;
insan olmasaydı, bir enerji kasırgası şeklinden başka birşey olmayacaktı."
Evreni algılayısımız, büyük ölcüde bilim dünyasinin bakış açısından etkilenir. Bilim dünyası sayesinde, her şeyin katı ve ayrı göründüğü bir dünya kavramından her şeyin akışkan ve birbiriyle bağlantılı olduğu, çok daha kapsamlı bir dünya kavramına geçtik. Bu evrimi anlamak için, enerjinin küçük hikâyesini keşfetmemiz gerekir. Dünyamızın katı cisimlerden oluştuğunu ilke alan ilk teori esas olarak Isaac Newton vearkadaşları tarafından XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ileri sürülmüştür.
Newton yasaları, doğadaki fiziksel olayların bir sebebinin olduğunu ve zamanla uzayın sonsuzluğunu tartışmasız olarak kabul ederler. Örneğin, iki bilardo topunun çarpışması tüm fiziksel tepkilerin fiziksel bir neden iolduğunu ileri süren bu teoriyle açıklanabilir. Esas olarak günlük yaşantımız da, bu mekanik Nevvton yasalarını temel alır. Elektrik tesisatımız dışında, evimizdeki her şey, büyük ölçüde Newton yasalarına uyar. Zamanı doğrusal olarak yansıtan, üzerine tüm yaşantımızı kurduğumuz saatlerimiz vardır. Zamanında bir yerlere yetişmek için robotlar gibi, sabahtan akşama kadar koşturuyorsak, bu noktada yaşam tarzımızın mekanik olduğunu kabul etmek daha kolaydır. Sonsuzluk karşısında, yaşadıklarımızın büyük bir bölümünü tarafsız olarak ifade edebilmek için, üç boyutlu uzay-zaman kavramına başvururuz.
Olayları bu şekilde görmek, dünyayı, açık ve değiştirilemez kurallarla yönetilen, durağan ve katı bir kütle olarak görmeyi tercih edenlerimiz için destekleyici olabilir. Bu koşullar altında, devamlı evrim halinde bulunan içimizdeki insani deneyimleri önemsememek, hatta unutmak da çok kolaydır.
HER ŞEY BIRBIRIYLE BAĞLANTILIDIR
1905'te Albert Einstein, bütün Newton yasalarını yıkan ünlü izafiyet teorisini açıkladı. Bu teoriye göre, uzay üç boyutlu değildir. Zaman da uzaydan ayrı bir kavram değildir. Uzay ve zaman, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve dört boyutlu bir evreni oluştururlar. Bu durumda, Einstein'a göre, zaman doğrusal değil, görecelidir. Zaman ve uzay, bir doğa olayının oluşması için belirlenmişki elemandan başka bir şey değildir.
"Gül, insanoğlu onu böyle adlandırdığı için güldür;
insan olmasaydı, bir enerji kasırgası şeklinden başka birşey olmayacaktı."
E. H. Shattuh
Uzay ve zamanın göreceliği teorisi, bize sonsuz olanaklarla dolu bir dünyanın kapılarını açar. Şimdiye kadar çözülmemiş sayısız soruyu yanıtlar. Örneğin, önceki yaşamlarımızı algılama kapasitesini veya gerçekleşebilecek olayları "görme"yi (önsezi) açıklamak için bu doğrusal olmayan zaman kavramına başvururuz. Kimi zaman bir olayolmadan önce, bunu "önceden hissedip", ardından da bu olayın gerçekleşmesine tanık olmadınız mı? Ya da uyurken rüyanızda yoğun bir şekilde yaşadığınızı gördüğünüz birolayın gerçekliğine, uyandıktan sonra dahi inanmadınız mı? Incil'de buna benzer"önceden görmeler", "ermişlerin gizli şeyleri görme" olaylarından bahseden çok sayıda örnek yer alır. "Dejavu" da aynı şekilde, doğrusal olmayan zaman kavramından ilerigelir.
"Alıntı"
Kadın olmak çok özeldir. Bunu duymaya alıştığınız klişe cümlelerden biri olarak değil, hissederek anlamaya çalışın. Gözlerinizi kapatın birkaç dakika.. Durun.. Ve bırakın kalbinizde ki kadın konuşsun sizinle…
Bu ses anneniz, sevgiliniz ya da eşiniz olabilir. Kim olduğu önemli değil aslında, siz ne söylediğini duyabiliyor musunuz? Onu hissedebiliyor musunuz?
Hadi tıklayın video'ya.. Müzik eşlik etsin kalbinizin şarkısına...
Bazen çok yüksek çıkar bir kadının sesi. Bir çığlık gibi. Bazen ise sonsuz bir sessizliktir kayboluşu.
Her sesi, kendini her duyurmaya çalışması SEVGİ’dendir. Size sevgi’yi göstermeye çalışmaktandır.
Kadın öyle naif, öyle masum, öyle kutsaldır ki, onun gösterdiği yol ancak ve ancak kalbin yoludur. Siz teslimiyet içerisinde o yola girdiğinizde ve olan her ne ise büyük bir sabırla kabule geçtiğinizde sizi mucizeler ve güzellikler bekliyor olacaktır. Oysa akıl oyunlarıyla, hesap-kitaplarla büyüyü bozsanız bile kadın o oyunda da büyük bir zevkle sizinle olacaktır. Ta ki her şeyi bırakıp, sahteliğin gereksizliğini anlayıp yine siz “o yola” girene kadar.
Hırslarla, kaosla, kavga ve gürültü ile dolu dünya’yı yine kadının o büyük sevgisi, şevkati şifalandıracaktır. Kendi bütünlüğünü keşfetmiş, dengede her kadın ayrı bir dünya’dır. Bir masal kahramanıdır her kadın.. Sizin masalınızın kahramanı...
Kalbi ne kadar kırılırsa kırılsın, karşısında ki insan yaptıklarını ne kadar hak etmezse etmesin o yine de sever. Görevi biter, gider! ama yine de sever. Paramparça olsa da yaptıklarınızla, size koşulsuz sevmeyi öğretir ve gider...
Kendini iyileştirmeyi bilir bir kadın. Düşmeyi, kalkmayı, yeniden başlamayı iyi bilir...
Kırılgan ve nazik görüntüsünün ardında öyle bir güce sahiptir ki kadın. Bunu gerçekten bakan ve gören gözler hissedecektir. Bir erkeğin, belki de hiçbir zaman göze almaya cesaret edemediği şeyleri büyük bir güvenle kotarır bir kadın. Gücünün ve kendinin farkında olan her kadın.
Kadının gücünden ve sevgisinin büyüklüğünden korkan standart bir erkek, panikleyerek kendini sabote etmek için elinden geleni yapacaktır. Buna gerek olmadığını gün gelir anlar erkek. Bazen zamanında, bazen de çok geç.. Ama sonunda anlar…
Şimdi..
Eğer hayatınızda bir kadın varsa, gidip ona kocaman sarılın lütfen… Var olduğu, sizinle olduğu için teşekkür edin ona… Ve unutmayın, şifanız o kadının sihirli yüreğiyle gerçekleşecek… Kalbiniz o kadının sihirli dokunuşlarıyla huzur bulacak… Sarılın ve bu defa minnettar olun…..
Sevgilerimle,
Hülya
Sizin için seçtiğim şarkı; Bryan Adams’dan “Have You Ever Really” …
Bir kadını gerçekten sevmek için,
Onu anlamak için,
Ruhunun derinliklerini bilmelisin..
Tüm düşüncelerini duymalı,
Tüm hayallerini görmeli,
Ve uçmak istediğinde ona kanatlar vermelisin…
Sonra kendini çaresizce onun kollarında yatarken bulduğunda,
Bilirsin ki gerçekten bir kadını seviyorsun..!
Bir kadını sevdiğinde ona gerçekten istendiğini söyle.
Bir kadını sevdiğinde ona biricik olduğunu söyle.
Çünkü bunun sonsuza dek süreceğini söyleyecek birine ihtiyacı var.
Öyleyse söyle bana hiç gerçekten, gerçekten ama gerçekten bir kadını SEVDİN mi?
Bir kadını gerçekten sevmek için,
Sana sarılmasına izin ver,
Onun dokunulmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu anlayana kadar,
Onu solumalısın, onu gerçekten tatmalısın.
Onu kanında hissedene kadar.
Ve doğmamış çocuklarınızı onun gözlerinde gördüğünde,
Bilirsin ki gerçekten bir kadını seviyorsun……………
Ona inanç vermelisin,
Onu sıkıca sarmalısın.
Birazcık hassasiyet,
Ona iyi davranmalısın.
Hep yanında olacak,
Sana iyi bakacak.
Kadınını gerçekten sevmelisin………….
DANS ET..!
Sanki seni kimse izlemiyormuş gibi…
SEV..!
Sanki önceden hiç incinmemiş gibi…
ŞARKI SÖYLE..!
Sanki seni duyabilecek kimse yokmuş gibi…
YAŞA..!
Sanki cennet hayatın kendisiymiş gibi……
“Alfred Souza”
Duyarlılık, ilahi olmanın tabiatıdır...
Bir kadın Osho'ya sorar... Neden bu kadar duyarlı oldum? Bu hassasiyet nereden geliyor ve onu paylaşmak mümkün mü?
OSHO: Her çocuk hassas doğar, oldukça hassas. Fakat toplum, pek fazla duyarlı insan istemez. O taş kalpli insanlar ister. O işçiler ister, o askerler ister, o yüreğini göz ardı eden her türden “sert” insanlar ister. Toplum profesörler ister, entelektüeller ister, bilim adamları ister. Onlar kalpleri hakkında, kendi hassasiyetleri hakkında hiçbir şey bilmeyenlerdir.
Eğer duyarlıysanız, bu kesinlikle şükran duymanız gereken bir şey. Belki de, kadın duyarlı olmada erkekten daha yeteneklidir. Çünkü kadın hiçbir zaman asker olmayacaktır, insanları öldürmesi beklenmeyecektir. Bir kadın erkekten daha hassastır. Çünkü toplum, kadını önemli olan her konuda göz ardı etmiştir. Şükür ki böylece, bir anlamda erkek canavara dönüşürken, kadın hala insan kalabilmiştir. Erkeğin bütün dünyası ya öldürmek ya da öldürülmektir. Tüm hayatı daha çok ve daha çok savaş silahı biriktirmeye adanmıştır.
Anlaşılan 2.Dünya savaşı kendisini tatmin etmemiş ve üçüncüsüne hazırlanıyor.
Unutmayın ki cephede asker ölünce, bir baba ölür, bir oğul ölür, bir koca ölür. Erkekler savaşır, birbirlerini öldürürler ve acısını kadınlar çeker. Bu yüzden kadınlar yüzyıllar boyu acı çektikçe üzüntüye, keyife, acıya ve memnuniyete karşı daha duyarlı olurlar.
Unutmayın ki cephede asker ölünce, bir baba ölür, bir oğul ölür, bir koca ölür. Erkekler savaşır, birbirlerini öldürürler ve acısını kadınlar çeker. Bu yüzden kadınlar yüzyıllar boyu acı çektikçe üzüntüye, keyife, acıya ve memnuniyete karşı daha duyarlı olurlar.
Bu yüzden, “neden bu kadar hassas hale geldim” diye sormayın. Hassas doğdunuz ve bu sizin doğuştan hakkınız. Hassas hissetmediğinizde sormalısınız ki, “ben neden hassas değilim”?
Duyarlılık, ilahi olmanın tabiatıdır.
“Hassasiyetim nereden geliyor?” diye soruyorsunuz. O tam da en içinizden geliyor. Dışında, uzakta, farklı bir kaynakta arama. Bu senin doğan!
Hassasiyeti paylaşmak mümkün müdür? Tabii ki. Bazı insanlarla el sıkışırken bunu gözlemlemiş olabilirsiniz. Bir ağacın ölü dalıyla el sıkışıyor gibi hissedersiniz. Hayat yok, sıcaklık yok, bir enerji yok.
Şunu da yaşamış olabilirsiniz. Öyle biriyle tokalaşırsın ki, adeta bir enerji akışı olur. Enerjileriniz arasında bir transfer gerçekleşir. Bir sıcaklık, bir sevgi ve samimiyet hissedersiniz. İşte bu tip insanlar, onlarla birlikteyken adeta beslendiğinizi hissettirir. Ve o kuru ağaç dalına benzeyenler, onlarla oturduğunuzda da emilip, enerjinizin çekildiğini hissedersiniz.
Şunu da yaşamış olabilirsiniz. Öyle biriyle tokalaşırsın ki, adeta bir enerji akışı olur. Enerjileriniz arasında bir transfer gerçekleşir. Bir sıcaklık, bir sevgi ve samimiyet hissedersiniz. İşte bu tip insanlar, onlarla birlikteyken adeta beslendiğinizi hissettirir. Ve o kuru ağaç dalına benzeyenler, onlarla oturduğunuzda da emilip, enerjinizin çekildiğini hissedersiniz.
Duyarlılık, özünüze yeni bir açılımın başlangıcıdır. Korkmayın. Siz daha ve daha yükseğe çıkmaya devam edin. Ve daha da duyarlı olun. Umarım bu size insanlığın en güzel parlayışını getirecektir.
"OSHO"
Osho’nun anlatımı ve örnekleri çok güzeldi. Bunun üzerine bende yazmak istedim. Çünkü şu aralar daha sık gündeme gelir oldu benzer diyaloglar. Kadınlar hissettikleri hassasiyetlerden hayıflanır, olumsuz bir şeymiş, uzaklaştırılması gereken bir şeymiş gibi bahseder oldular. Toplumda dikte ettirilen “güçlü duruş”a! Uymuyordu onlara göre hassasiyetler.
Güçlü duruş neydi ki? Kalbini kapatmak, katılaşmak, etkilenmemek mi? Yok saymak, sadece kendinle ilgilenmek mi? Zarar görmemek, acı çekmemek için duvarlar örmek mi?
Eskiden turizm sektöründe çalışırdım ve üst düzey! :) yöneticilerimizin duruşunu hayranlıkla izlerdim. Vay be, ne güçlüler diye düşünürdüm. Zaman hepimizin algısında değişiklikler yaratıyor, farkındalıklarımız her gün gelişiyor. Şimdi benzer insanlara baktığımda, o eskiden “güçlü” tabir ettiğim duruşun altında ne bastırılmış duygular olduğunu alenen görüyorum. Birlikte çalışıyoruz zaman zaman. “Yoruldum” diyor her biri. Doğasına aykırı davranmaktan, zorunlu duruşlar yaratmaktan, ciddiyetten.
Tüm bunlar hassasiyetten kaçmak için çabalar. Yüreğini açmamak için dirençler. Niye? Neden?
Kime, neyi ispat çabasındasın? Neden kendini olmadığın bir şeye zorluyorsun.
Osho’nun dediği gibi, senin doğan bu değil ki. Senin doğan, doğallık. Olduğun gibi ol. Hassas bir varlık oluşunu artık reddetme. Barış bununla, barış kendinle. Ama yok. Kolay değil diyorsun. Hassas olma gerçeği yüzünden kendine kızıyorsun.
Bu dünyayı düzeltecek bir şey varsa o da kadın’ın hassasiyetine sahip çıkmasıdır. İşte o zaman kavga- gürültü ile değil, sevgi ile, iyilik ile, güzellik ile dönüşecek her şey.
İşte asıl güç bence bu. Her şeyi iyilikle ve güzellikle dönüştürme gücü. Gerçek doğanla hareket edebilme gücü.
Sen gerçekten sen olduğunda, içinde hiçbir zaman hissetmediğin kadar güçlü hissedeceksin.
Artık dünyanın birbirine kızan, birbirini itip-çeken insanlara değil, birbirine karşı merhametli, hoşgörülü, sevgi duyan insanlara ihtiyacı var. Neden sende bunlardan biri olmayasın?
Hulya
Ünlü fotoğraf sanatçısı Louie Schwartzberg TED için yaptığı konuşmada yaşama dair çok anlamlı mesajlar veriyor...
Ucla’dan mezun olduğumda, Kuzey Kaliforniya’ya taşındım. Ve Mendocino kıyısında Elk adı verilen küçük bir şehirde yaşadım. Ne telefonum ne de tv’im olmasa bile Amerikan postası vardı. Ve hayat güzeldi o zamanlar. Bir bardak kahve ve çikolatalı kek için markete giderdim. Ve filmimi San Fransisko’ya gönderirdim. Ve şu işe bak, iki gün sonra kapımın önünde belirirdi. Ki bu Hollywood’un trafiği ile savaşmak zorunda kalmaktan çok daha iyiydi. Çok fazla param yoktu. Ama zamanım ve merak duygum vardı. Bu yüzden hızlandırılmış fotoğraflar çekmeye başladım. Dört dakikalık bir film rulosunu çekmem, bir ay zamanımı alırdı. Çünkü param ancak bu kadarına yetiyordu.
Hızlandırılmış çiçekleri sürekli çekiyorum. Hiç durmadan. Günde 24 saat, haftada 7 gün, 30 yıldan fazla bir zamandır. Ve onları hareket ederken görmek, hiç bıkmayacağım bir dans. Güzellikleri bizi renk, tat, dokunuşa boğar. Yediğimiz gıdanın üçte birini de sağlar.
Güzellik ve cazibe doğanın hayatta kalma araçlarıdır. Çünkü biz aşık olduklarımızı koruruz. Kalplerimizi açar ve doğanın bir parçası olduğumuzu anlamamızı sağlar. Ve ondan ayrı olmadığımızı. Kendimizi doğada gördüğümüzde, o aynı zamanda bizi birbirimize bağlar. Çünkü her şeyin bir yere bağlı olduğu açıktır.
İnsanlar görüntülerimi gördüğünde, çoğu zaman şöyle derler. “Aman Tanrım!”
Hiç bunun ne anlama geldiğini merak ettiniz mi? “Aman” demek, sizin dikkatinizi çektiğini gösterir. O anda olmanızı sağlar, sizi uyandırır. “Benim” demek, ruhunuzun içindeki derin bir şeyle bağlantı kurmuştur. Ayağa kalkıp sesinizi duyurmak için, iç sesinize geçit yaratır. Ve “Tanrı”, Tanrı ilham almak için hepimizin olmak istediği kişisel yolculuktur. Hayatı kutlayan evrene bağlı olduğumuzu hissetmek için.
Biliyor muydunuz, aldığımız bilginin %80’nin gözlerimiz sayesinde geldiğini? Ve ışık enerjisini, müzikal ölçüye çevirirsek sadece bir oktav olur. Çıplak gözün görebildiği, ki tam ortadadır bu.
Beyinlerimiz için minnettar değil miyiz? Işık enerjisinden gelen elektriksel uyarıları alıp, dünyamızı keşfetmemiz için görüntü yarattığı için. Ve minnettar değil miyiz, bu titreşimleri hissedecek kalplerimiz olduğu için. Mutluluğu duyumsamamızı sağlamaya yarayan ve doğanın güzelliğini.
Doğanın güzelliği, memnuniyeti ve minnettarlığı çoğaltan bir hediyedir. İşte benimde sizinle paylaşmak istediğim bir hediye var bugün. “Açığa çıkan mutluluk” adında, üzerinde çalıştığım bir proje. Ve o görüşe kısaca göz atmamızı sağlayacak.
Dünyada ki bir çocuk ve yaşlı bir adamın bakış açısından.....
“Çocuk” – Tv seyrettiğimde, o sadece bir gösteri. Sadece, numara yapılan. Ve keşfettiğin zamansa, sahip olduğundan daha fazla hayal gücüne sahip oluyorsun. Ve daha fazla hayal gücüne sahip olunca, daha derinlere gitmek istiyorsun. Ki daha fazla şey alabilesin. Ve daha güzel şeyler görebilesin. Mesela bir yol, eğer bir yolsa seni götürebilir. Seni götürebilir, bir kumsala ya da onun gibi bir yere. Ve çok güzel olabilir.
“Yaşlı Adam-David Steindi-Rast” – Bunun hayatınızda sadece bir başka gün olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sadece bir başka gün değil. Size verilen bir gün, BUGÜN. Size verildi. Bir hediye. Şu an sahip olduğunuz tek hediye.
Ve tek uygun cevap MİNNETTARLIK.
Eğer hiçbir şey yapmayıp sadece bu cevabı geliştirirseniz, büyük bir hediye olan bu biricik güne, hayatınızda ki ilk günmüş gibi karşılık vermeyi öğrenirseniz, ve de en son gün, O ZAMAN BUGÜNÜ ÇOK İYİ HARCAMIŞ OLACAKSINIZ.
Gözünüzü açarak başlayın ve hayret edin, açabilecek gözleriniz olduğu için.
Bu inanılmaz renk skalası, sırf zevk almamız için bize durmadan sunulan.
Gökyüzüne bakın. Çok nadiren gökyüzüne bakarız. Bir andan diğerine ne kadar değiştiğini, çok nadir fark ederiz. Bulutların gelip, gittiğini. Sadece hava durumunu düşünürüz. Ve hava durumu ile ilgili bile, hava durumunun pek çok nüansını düşünmeyiz. Sadece iyi hava ve kötü havayı düşünürüz. Bugün, şu an eşsiz bir hava durumuna sahip. Belki hiçbir zaman, tekrar aynı bu şekilde gelmeyecek bir şekilde. Gökyüzünde ki bulutların oluşumu, hiçbir zaman şimdi olduğu gibi olmayacak.
Gözlerinizi açın. Şuna bakın. Karşılaştığınız insanların yüzlerine bakın.
Her birinin yüzü arkasında olağanüstü bir hikaye var. Hiçbir zaman tamamen kavrayamayacağınız bir hikaye. Sadece kendi hikayeleri değil, atalarının hikayeleri de. Hepimiz böyle uzaklara gideriz. Bu biricik anda, bu günde. Karşılaştığınız bütün insanlar, nesillerden gelen bütün bu hayat ve dünyanın her tarafında ki pek çok yerden beraber akıyor ve sizi burada karşılıyor. Hayat veren bir su gibi. Eğer sadece yüreğinizi açıp içerseniz.
Medeniyetin bize verdiği inanılmaz hediyelere yüreğinizi açın. Bir düğmeyi çeviriyorsunuz ve elektrik ışığı var. Bir musluğu açıyorsunuz, sıcak ve soğuk su var. Ve içilebilir su. Bu dünyada milyonlarca insanın hiçbir zaman deneyimleyemeyeceği bir hediye.
İşte bunlar, çok sayıda hediyenin sadece birkaç tanesi. Kalbimizi açabileceğimiz...
İşte bütün bu nimetlere, yüreğinizi açabilmenizi diliyorum.
Ve üzerinizden akmasına izin vermenizi. Ki bugün sizinle tanışan herkes, sizin tarafınızdan kutsanmış olsun. Sadece gözlerinizle, gülümsemenizle, dokunuşunuzla. Sadece varlığınızla.
Bırakın, minnettarlık etrafınızdakilere lütuf olarak taşsın. O zaman, gerçekten de iyi bir gün olur...
Hatta kendimizi ayna'da öyle görsek de...
ÇOCUĞUZ BİZ...
En azından ben öyleyim.
...ve ancak içimizde ki çocukları serbest bırakırsak anlaşıyoruz/onlar anlaşıyorlar...
Aksi takdirde sıkıcı yetişkin konuşmaları. . .bildiğin maske…!
“Mete Mu Rad”